25 Kasım 2015 Çarşamba

TERMAL KAPLICALARI
Arif Atılgan

Termal kelimesi Therma’dan gelmektedir. Therma, yeraltından çıkan ılıca isimli sıcak suların adı. Kaplıca kelimesi de ılıcanın üzerine yapılan hamam tesisine Kaplı Ilıca denilmesinden türetilmiş. 

Pythia devleti MÖ2.000 lerde şimdiki İstanbul’un Üsküdar’ından başlayıp İzmit Körfezini dolanarak Bursa’yı da içine alan bir bölgededir. Pythia MÖ74 de Roma İmparatorluğu egemenliği altına girmiştir.
                                             
Günümüzden 4000 yıl önce Pythia’da gerçekleşmiş bir yer sarsıntısı sonrası Yalova Termalde kaplıca suları çıkmaya başlamış. Sıcak suların yaklaşık 2.200MT derinlikten çıktığı yazılmaktadır.

                                                     Orman Ve Tesisler

Kaplıcalar, burada 305-311 yıllarında yaşayan Menodora, Metrodora, Nymphodora adlı kutsal bakireler olarak anılan üç kız kardeş ile fark edilmiştir. Hıristiyanlığı benimsemiş olan kızlar burada hastaları şifalı kaplıca sularıyla tedavi etmektedirler. Bunu duyan pagan kültürlü Pythia Valisi onlara Hıristiyanlığı bırakmalarını söylemiş. Ancak kabul etmediklerini görünce öldürtmüştür. Üç azize olarak bilinen kızların mezarının buradaki tepede olduğu, her yıl 10 Eylülde anıldıklarını öğreniyoruz.

Termal civarında yaşayanlar, şifalı suları Herkül, Asklepios, Nemfler gibi ilahların armağanı olarak kabul etmişler ve bu ilahlara ibadet etmişler. 330 da Kral Konstantin (306-337) İstanbul’u başkent yaptıktan sonra buraya gelerek 6 kubbeli hamam, saray, kilise yaptırır. Daha sonra Kral Jüstinyen (518-527) döneminde Kurşunlu Banyo ve genel onarımlar yapılmış. 9.Yüzyıldan 13.Yüzyıla kadar olan savaşlarda buradaki tesisler harabe olur. Sadece Kurşunlu Hamam sağlam kalır. Onun dış duvarındaki stellerde üç ilahın ve üç nemfin yani peri kızlarının tasvirleri vardır.

14. Yüzyılın başlarında Selçukluların Haçlıları yenmesi üzerine Sultan Osman’ın emriyle Yalova zapt edilir. Osmanlı döneminde Sultan Orhan’ın Bursa’yı başkent yapması Yalova ve Termalin ikinci plana bırakılmasına sebep olmuştur. Osmanlı’nın İstanbul’u fethetmesinden sonra Bağdat Yolunun Yalova İznik üzerinden geçmesi Yalova ve Termale tekrar ilgi duyulmasını sağlamıştır.

Abdülmecid (1839-1861) zamanında, Sultanın annesi Bezm-i Âlem Valide Sultan’ın burada romatizmalarını iyileştirmesi üzerine Termal kaplıcaları tekrar ünlenmiştir. Abdülmecid buraya yeni tesisler yaptırmış. Ayrıca bugünkü Yalova-Termal arasındaki yollarını açtırmıştır.

2. Abdülhamid (1876-1909) zamanında işletme yabancı sermayedarlara verilmiş. Bu dönemde gerek eskilerin restorasyonu gerekse yeni tesisler yapılmıştır. Suyun ilk tahlilleri yapılmış, Termal Dünya çapında ün kazanmıştır.

Balkan Savaşı (1912-1913), 1.Dünya Savaşı (1914-1918) ve Kurtuluş Savaşı (1919-1923) zamanlarında yabancı işletmeciler tesisleri bırakıp kaçmışlar. Bu tarihlerde Kaplıcalar tekrar kaderine terk edilmiş.

Cumhuriyet sonrası 1929 yılında Atatürk’ün Yalova’ya gelmesi ve Termali görmesiyle Termal Kaplıcalarının kaderi değişmiştir. Atatürk buranın su şehri ve sağlık merkezi olmasını istemiş. O’nun emriyle 1932 yılında kazılar yapılıp eski eserler araştırılıp bulunmuş, Termal yeniden imar edilmiştir.

Termal Tesisleri Yalova’ya 12 Km mesafededir. Tesisler ve çevresi 1. Derece Doğal Arkeolojik ve Tarihi SİT alanı olarak tescil edilmiştir. İşletme 1600 dönümlük orman içersinde 125 dönümlük bir alandadır. 125 dönümlük İşletme alanı bir arberetumdur. 1844 ağaç ve 370 palmiye bulunan alandaki ağaçların hepsi kayıtlı, plaketli, bakımlıdır. 60 yaş üzeri ağaçlar Atatürk tarafından ektirilmiştir.

1-Büyük Otel 2-Büyük Otel Gazinosu 3-Çamlık Otel 4-Memba 5-Sultan Banyo 6-Valide Banyo 7-Kurşunlu Banyo 8-Açık Havuz ve Sıra Banyolar 9-Termal Otel 10-Çınar Otel 11-Ortanca Kafe 12-Yedi Havuzlar 13-Yaver Köşkü 14-Sinema-Lokanta 15-Atatürk Köşkü 16-Exedra ve Dehliz 17-Mide Suyu 18-Ayak Suyu 19-Göz Suyu

Alandaki tesisler:
Kaplıca Kaynağı (Memba) ve çevresi: Burası suyun saniyede 35 litre olarak 65 derecede çıktığı noktadır. Yan tarafından çıkan buharla gözenek ve nefes açılıyor.

Valide Banyo:16 asır önce Bizans Kralı Konstantin tarafından 6 kubbeli olarak yaptırılmıştır. Bugün 3 kubbesi yoktur. Osmanlı Sultanı Abdülmecid tarafından restore ettirilmiştir. Abdülmecid’in annesi Bezm-i Alem Valide Sultan burada iyileştiği için Valide Banyo denmiş. Erkek ve Kadın bölümleri ayrıdır. Banyonun buharlı bölümünde mermer üzerine yazılmış Osmanlıca kitabe bulunur. Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu tarafından 1983 tarihinde 14971sayıyla tescil edilmiş.

Kurşunlu Banyo: 16 asır önce Bizans imparatoru Jüstinyen tarafından yapılmış. Zaman içersinde doğal afetler ve savaşlar esnasında toprak altında kalmış. 2. Abdülhamid zamanında 1900 yılında açığa çıkarılmış ve restore edilmiş. İçinde havuz da bulunmakta. Çatısı kurşunla kaplı olduğu için Kurşunlu Banyo adını almış. Cephesinde adak stelleri ve mermer üzerine yazılmış Osmanlıca kitabe bulunur. Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu tarafından 1983 tarihinde 14971sayıyla tescil edilmiş.

Exedra (Yarım Yuvarlak Yapı): 16 MT çapında, 4.30 Mt yüksekliğinde yarım daire şeklindedir. Kilise olduğu belirlenen yapı orman yamacına yaslanmış, blok kesme taşlardan inşa edilmiştir. Taşıyıcı 4 sütundan 1 sütun ve başlığı yerinde durmakta diğerleri parçalar halinde yerdedir. Gayrimenkul Eski Eserler Anıtlar Yüksek Kurulu tarafından 1983 yılında 14971 sayılı kararla tescil edilmiştir.

Dehliz: Exedra’nın iki yanından girip çıkılan, arkasından dolanan bir şekildedir. Yarım daire şeklinde olup bir yandan konuşulan fısıltının bile diğer yandan duyulduğu söylenir. Önündeki 4 sütunun başlıklarında 2. Jüstinyenin (565-578) ve karısı Sophia’nın monogramları bulunduğuna göre Bizans dönemine aittir. Kilise ve dehlizin günah çıkarma ve gelecekten haber alma yeri olarak kullanıldığı rivayetleri vardır.

Sultan Banyo: 1970 li yıllardan sonra hamam talebi çoğaldığı için yapılmış. Kurnalarda termal suyundan rahatsız olanlar için ısıtma su da akabilmektedir. Kocaeli Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından 2010 tarihinde 1702 sayıyla tescil edilmiş. Sanırım içindeki tahribatlar sebebiyle yıkılıp yeniden yapılması düşünülüyor.

Memba, Valide Banyo, Kurşunlu Banyo, Kurşunlu Banyoda Steller ve Kitabe, Exedra ve Dehliz, Sultan Banyo

Yaver Köşkü: 2.Abdülhamid döneminde (1876-1909) dinlenme köşkü olarak yapılmış. Cumhuriyet döneminde yaverlerin kalması için kullanılmış. İki kat ve bir çatı katından oluşur. Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu tarafından 1983 yılında 14971 sayıyla tescil edilmiştir.  

Atatürk Köşkü: 1929 yılında Sedat Hakkı Eldem’in mimarlığında 38 günde yapılmış. İki katlı ahşaptır. Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu tarafından 1983 yılında 14971 sayılı kararla Korunması Gerekli Kültür Varlığı olarak tescil edilmiştir.

Sinema Binası (Park Lokantası): 19. Yüzyılın son çeyreğinde yapılmış. Uzun yıllar sinema, lokanta olarak kullanılmış olan bina Türkiye'nin ilk sinema binalarından biridir. Ahşap, yüksek tek katlıdır. Lokanta, Toplantı salonu, kafeterya olarak kullanılmıştır. İstanbul 2 Nolu KVKK tarafından 1997 tarihinde 4492 sayıyla tescil edilmiş.

Çınar Otel: 19. Yüzyıl sonlarında yapılmış. Adını iç bahçesindeki 215 yaşındaki çınar ağacından alır. İki katlı yığma taş olup odalara balkonlardan girilir. 1982 yılın da restore edilmiş. Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu tarafından 1983 tarihinde 14971 sayıyla 2. Derece Tarihi Eser olarak tescil edilmiş.

Büyük Otel ve Gazinosu: 1907 yılında yabancı şirketler tarafından yapılmış. 2008 yılında restore edilmiş. Panorama Tepesindeki bina Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu tarafından 1983 tarihinde 14971 sayıyla tescil edilmiş.

Termal Otel: 1938 yılında inşa edilmiş olan binanın mimarı Sedat Hakkı Eldem'dir. 1982 yılında yıkılıp aslına uygun tekrar inşa edilmiş. 2009 yılında hizmete başlamış. Bursa Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından 2001 yılında 8817 sayıyla tescil edilmiş.
  
Yaver Köşkü, Atatürk Köşkü, Sinema-Lokanta, Çınar Otel, Büyük Otel ve Gazinosu, Termal Otel

Açık Havuz: Termal Otel’in ek tesisi olduğu belli olmaktadır. Kurşunlu Banyo tarafına bakıldığında Napolyon şapkası şekli görünmesi ilgi çeker. Tamamen termal suyu ile doldurulur.

Sıra Banyolar: Bunların da Termal Otel’in ek tesisi olduğu belli olmaktadır. Açık Havuzun yol tarafında yol kotundadırlar. Kocaeli Kültür ve Tabiat varlıklarını koruma bölge kurulu tarafından 2010 yılında 1702 sayılı kararla tescil edilmiştir.

Ortanca Kafe: Hizmet binası olarak yapılmış. Daha sonra hemen üst tarafına hizmet binası yapılınca burası kafeterya olarak kullanılmaya başlanmış.  Kocaeli Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından 2010 yılında 1702 sayıyla tescil edilmiş.

Çamlık Otel: Eski Güney-1 ve Güney-2 otellerini 1984 yılında restore edilmesiyle Çamlık Otel oluşmuştur.

Yedi Havuzlar: Tesislere girerken sol tarafta bulunmaktadır. Yukardan aşağı birbirine akan yedi havuzdan ibaret çağlayan şeklinde yapılmıştır. Günümüzde kullanılmamaktan dolayı kurudurlar.

Mide Suyu: Çınar Otelin yanında büvet şeklindedir. Doğrudan membadan gelir. Mide rahatsızlıklarına iyi gelir.

Göz Suyu: Ana kaynaktan ayrı bir kaynaktan gelir. 59 derece sıcaklıkta olup göz rahatsızlarına iyi gelir.

Ayak Suyu: Membadan biraz aşağıdadır. Romatizmalı hastalıklara, egzama ve mayasıl gibi rahatsızlıklara iyi gelir.

Âşıklar Yolu, Âşıklar Merdiveni, Âşıklar Çeşmesi: Yeni evlenenlerin uğur getirdiğine inanarak fotoğraf çektirdikleri yerlerdir. Üç unsurdan Âşıklar Çeşmesi yenidir.

Sudüşen Şelalesi: Tesislere 5KM mesafede doğal güzelliği olan bir şelaledir.


Açık Havuz ve Sıra Banyolar, Ortanca Kafe, Yedi Havuzlar, Mide-Göz-Ayak Suları, Aşıklar Yolu-Merdiveni-Çeşmesi, Sudüşen Şelalesi

Yazının tadını kaçırmak istemem ama önemli bir iki olumsuzluğu yazmam gerektiğini düşünüyorum. Tesislerin içindeki ana yolda arabaların park etmesi çok yanlış. Yakın çevrede büyük inşaatların yapılması doğal güzelliğin yok olmasına, kaplıca suyunun çevredeki tesislerde kullanılması ise suyun azalmasına sebep olacaktır. Benzer durum Pamukkale’de yaşanmış, daha sonra yapılan hatadan dönülmüştü. Bir de soğuk havalarda çay-kahve içilecek kapalı bir mekân eksikliği hissedildiğini belirtmek isterim. Ayrıca Termaldeki arkeolojik çalışmaların çok kısıtlı bir alanda gerçekleştirildiği belli olmaktadır. Yalova ve Termal’de gereken önem verilerek arkeolojik kazılar yapılsaydı,  belki de Osmanlı’nın Yalova’da kurulduğu ortaya çıkacaktı.

1950 li yılların sonlarıydı. Her yaz mevsimi olduğu gibi annemle babaannemi kaplıcalara getirmiş, Gökçedere’de bir pansiyona yerleştirmiştik. Onlar 1 hafta kalacaklar, bizler akşamüstü dönecektik. Babaannem Çınar Otelin karşı köşesindeki küçük büfeden bana pasta almıştı. O büfe günümüzde dondurmacı olmuş. Ben aynı yerden torunuma dondurma aldım. O büfe dolayısıyla 1800 lü yılların sonunda doğmuş babaannemden 2000 li yılların başında doğmuş torunuma köprü oluyordum. Babaannem babaanne yaşında radyonun içinde adam olduğunu sanırdı, torunum torun yaşında uzaktan kumandalı TV yi yaşıyor. Kent hafızasının canlı kalması bu olsa gerek.

Termal kaplıcaları iyi korunmuş. 125 dönümlük tesis alanının korunmasının sebebinin 1600 dönümlük çevresinin korunması olduğunu bilmek gerekir. Çocukluğumuzun İstanbul’undaki iyi su kaynaklarının dibinde yapılan inşaatlar ve sondaj kuyuları sebebiyle kuruduğunu düşünüyorum da.. Termal’deki koruma bilincinin devamını ve bir gün torunumun aynı büfeden torununa bir şey almasını hayal ediyorum.    
ARİF ATILGAN KASIM 2015







21 Kasım 2015 Cumartesi

ACIBADEM
Arif Atılgan

Yeldeğirmeni’nin güney sınırı olan Halitağa Caddesi tren yolu üzerindeki köprüde biter. O noktadan sonra cadde Küçük Çamlıca Tepesine kadar Acıbadem Caddesi adıyla devam eder. Acıbadem Caddesinin iki yanında oluşmuş olan yerleşim Acıbadem Mahallesidir. Ancak Mahalle D-100 e kadar Aşağı Acıbadem, D-100 ün üzeri ile Birinci Boğaz Köprüsünün çevre yolu arası Yukarı Acıbadem Mahallesi olarak ikiye bölünmüştür. Aşağı Acıbadem Mahallesi Kadıköy, Yukarı Acıbadem Mahallesi Üsküdar İlçesi sınırlarındadır. Birinci Boğaz Köprüsünün çevre yolunun üzerinde kalan kısım ise Küçük Çamlıca Mahallesidir.

Kadıköy’de Hasanpaşa ile Acıbadem çevresi 17. Yüzyılda Kızlarağası Mısırlı Osman Ağanın mülkiyetinde imiş, 1630 da 4. Murad tarafından kamulaştırılmış, 1800 lü yılların başında 3. Selim’in mülkiyetine geçmiş. Daha sonraki padişahlar ise buraları çeşitli kişilere bağışlamışlar. Bu kişiler de Osmanlı zamanında ve Cumhuriyetin ilk dönemlerinde kendilerine çoğunluğu ahşap olan köşkler yapmışlar.

20. Yüzyıla kadar Haydarpaşa Çayırı içersinde olduğu için Haydarpaşa adıyla anılan Acıbadem’de seyrek yerleşmiş köşkler bulunuyordu. Semt 20. Yüzyıl başlarında Acıbadem adıyla anılmaya başlanmış. Şimdiki Dörtyolun civarında bademlikler bulunuyormuş. Burada yüksekçe bir bölge Bademtepe olarak biliniyormuş. Belli ki Acıbadem adı buradan geliyor.  1891 yılında Hasanpaşa Gazhanesinin faaliyete geçmesi ile Gazhane çevresinde halkın yerleşimi oluşmuş. 1940 larda Dörtyolun şimdiki Yıldız Bakkal tarafına getirilen imarlaşma sonrası burada da halka ait yapılaşma başlamış. 1960 lı yıllardan sonra özellikle 1965 yılında kat mülkiyeti yasasının çıkmasından sonra yapılaşma hızlanmıştır.

                              1966 Hava Fotoğrafında Dörtyolun Üst Kısmı Bomboş.

                       2014 Hava Fotoğrafında Dörtyolun Üst Tarafı Tamamen Dolmuş.

Acıbadem Mahallesi 1970 li yıllara kadar Acıbadem Caddesini kesen Sarayardı Caddesinin bulunduğu nokta olan Dörtyol’un aşağısında kalan alan olarak bilinirdi. Özdemiroğlu İlkokulunun karşısında bulunan Yıldız isimli bakkal-manav dükkânı dolayısıyla çevre Yıldız Bakkal semti olarak bilinirdi. Dötryolun üzerinde tek belirgin yerleşim İkbaliye Mahallesi idi. Daha yukarılarda seyrek evler bulunurdu. Dörtyol aşağısında Şam Fıstık Sokak bulunduğuna göre büyük bir ihtimalle burada semte adını veren badem ağaçları da bulunuyordu. 1980 sonrası kat karşılığı inşaat hız kazanmış, Dörtyolun üst kısmındaki boş alanlara da inşaatlar yapılmış ve bugünkü yoğun durum oluşmuştur.

Rasimpaşa Mahallesinden sonra Acıbademin başlangıcı Paris Mahallesiyle başlar. Aslında Paris Mahallesi adı Ayrılık Çeşmesi Sokağına aittir. 1. Dünya savaşı sonrası İngilizlerin burayı genelev gibi kullanmaları dolayısıyla sokak bu ad ile anılmış. Ama 1950 li yıllarda buraya Mezarlık Sokağı, şimdiki Taşköprü Caddesi karşısında oluşan gecekondulardan dolayı Teneke Mahallesi denilen bölgeye de Paris Mahallesi denmeye başlanmıştı.

Şimdiki Özdemiroğlu İlkokulundan Dörtyola kadar olan Acıbadem Caddesinin sağ tarafındaki yerleşim İran kökenli vatandaşlardan dolayı Acem Mahallesi olarak bilinirmiş. Okulun bulunduğu yerde daha önce bulunan Acem Mehmet Efendi Köşkü 1913 yılında kiralanarak burada Mahfiruz Sultan Mektebi adıyla eğitim yapılmış. Daha sonra köşkün yerine 1930 yılında okul inşa edilmiş. Okul 10. İlkokul adıyla eğitime başlamış, 1950 yılında 3. Murad (1574-1595) döneminin komutanlarından Özdemiroğlu Osman Paşanın adı verilerek Özdemiroğlu İlkokulu adını almış. Özdemiroğlu İlkokulu Cumhuriyet dönemi okullarının mimari tarzındadır.

                                                    Özdemiroğlu İlkokulu.

Daha yukarda sağda Su Terazisi göze çarpar. Su terazisinin Kalkedon döneminden kaldığı sanılıyor. Ancak bu yapının sur duvarı kalıntısı olduğu da sanılır. Zira diğer su terazilerine benzemez.

                                                       Su Terazisi.

Dörtyolun Sarayardı Caddesiyle kesiştiği noktanın sağ tarafında Rahmi Paşa Köşkü bulunmaktadır. Bahriye Nazırı Hasan Rahmi Paşa köşkü 1800 lü yılların sonlarında yaptırmıştır. Bugün restore edilmiş durumdadır.

Dörtyoldan Saray Ardı Caddesini takiben İbrahimağaya inerken sağda 320 dönüm arazi içersinde Şehzade Ziyaeddin Köşkü bulunur. Köşk 1910 yılında Padişah 5. Mehmed Reşad tarafından Kadın efendisi Kamiras Hanım için inşa ettirilmiş ancak Kamiras Hanım Köşkü beğenmemiş oğlu Şehzade Ziyaeddin’e hediye etmiştir. Bu köşkün etrafı çiftlik imiş ve bizler 1970 li yıllara kadar bu havaliyi Çiftlik olarak bilirdik. Bugün çiftlik arazisi binalarla dolmuştur. Son yıllarda restore edilmiş olan Köşk, içersinde AVM de bulunan bu yoğun yerleşimin içersinde aralarda sıkışmış kalmıştır.

                                             Şehzade Ziyaeddin Köşkü.

Daha yukarıda Batarya sahası vardı. Burada 1900 lü yılların başında Katolik Assomption Rahibelerinin binaları varmış. Alana 1940 lı yıllarda 2. Dünya savaşı sırasında Haydarpaşa Garını korumak üzere Topçu Bataryası yerleştirilmiş. O zaman rahibelerin binaları yıkılmış. Top atışlarıyla askerlerin talim yaptığı bu alan Batarya adıyla anılmıştır. Sahaya 1990 lı yıllarda İş Bankası Blokları inşa edilmiştir. Batarya sahasının üst kısmında ise namazgâhıyla Kuruçeşme vardır. Asıl adı Baba Oğul Çeşmesi olan çeşme 1844 yılında Abdülmecidin harem ağası Tayfur Ağa ve O’nun manevi oğlu Besim Ağa tarafından yapılmış. Ayrıca burada sokağa adını veren Köftüncü Mehmet Ağa Çeşmesi de vardır. Bu Çeşmenin yapılış tarihi bilinmemekte sadece 1847 ve 1917 yıllarında onarıldığı bilinmektedir.  

Batarya sahasının karşısında taş duvarların arkasında İkbal Hanımın oturduğu, kocasının adı ile bilinen Rasim Paşa Konağı vardır. Rasim Paşa 1879-1881 yılları arasında Bahriye Nazırlığı yapmıştır. İkbal Hanım kocası öldükten sonra buraya yerleşmiştir. İkbal Hanımdan dolayı burası İkbaliye semti olarak bilinir. Burada İkbaliye Okulu, İkbaliye Camii, İkbaliye Çeşmesi, Nahit Bey (İkbal Hanımın oğlu) Sokak, Rasim Paşa Sokak İkbal hanım tarafından yaptırılmıştır.  Günümüzde Rasim Paşanın torunu Ahmet Nejat Gülgün Bey bu havalideki bir apartmanın giriş katında yaşamaktadır.

Acıbadem Caddesi ile Zeamet Sokağının köşesinde Tırnakçı Salim Bey Köşkü vardır. Köşk 1900 lü yılların başlarında yapılmış olup 1930 lu yıllardaki sahibi Tırnakçı Salim Beyin adıyla bilinir. Salim Bey İttihat Ve Terakki Partisinin önemli bir ismidir. O yıllarda işkenceleriyle ünlü Bekirağa Bölüğü adıyla bilinen Askeri Hapishanenin müdürüdür. Lakabını burada almıştır. Köşk 1985 yılında Safter ailesine satılmış. Aile Köşkün kapısına Safter Köşkü tabelası asmış. Köşkün satılışını anımsıyorum. Alıcısını da tanıyorum. Keşke Köşkün tarihteki adını korumuş olsaydı. Daha saygıyla anılırdı.

D 100 ün üzerine çıkıldığında solda 2. Abdülhamid döneminde yapılmış olan Şevket Paşa Köşkü bulunurdu. Şevket Paşa 2. Abdülhamid (1876-1909) zamanında Yıldız Sarayı İkinci Fırka Kumandanıdır. 1965 yılında köşk yıkılıp yerine Kadıköy Özel Mimarlık Mühendislik Yüksekokulu yapılır. Daha sonra 1990 lı yıllarda burası Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesine verilir.

Köşkün yukarısında 1900 lü yılların başında Mimar Kemallettin Bey tarafından tasarlanmış olan Bahriye Müşiri (Deniz Mareşali) Ahmet Ratip Paşaya ait köşk bulunmaktadır. Paşa, Köşkü yaptıktan sonra Hicaz Valiliğine atanmış burada hiç oturamamıştır. Köşk 1914 yılında kamulaştırılarak Çamlıca İnas Sultanisi (Kız Lisesi) adıyla ilk kız lisesi olur. Ancak 1922 yılında okul kapanır. Okul, 1923 yılında Çamlıca Kız Ortaokulu olarak açılır, 1934 yılında tekrar kapanır. 1939 yılında Çamlıca Kız Lisesi adıyla açılır. Daha sonra bahçede yeni binalar yapılmıştır. 1980 li yıllarda kapatılan eski bina ise restore edilmiştir. Okulun adı bugün Çamlıca Kız Anadolu Lisesidir.

                                              Çamlıca Kız Lisesi 1930.

Köşkün biraz daha yukarısında karşı sıranın aşağılarında ise prevantoryum vardır. Zaten buraları eskiden beri temiz havası dolayısıyla hastalar için dinlenme köşklerinin yapıldığı bir semt imiş.

Ayrıca Nişantaşı olarak bilinen bölgede 2. Mahmut zamanında dikilmiş olan Nişantaşı bulunmaktadır. Taşın bulunduğu nokta Padişah 2. Mahmud’un bin adım mesafedeki yumurtayı vurduğu noktadır.

                                1938 Yılında Nişantaşı. Bugün Apartmanların Arasındadır.

Birinci boğaz köprüsü yolunun üst tarafı ise Küçük Çamlıca Mahallesidir.

Yıldız Bakkal, Dörtyol (Sarayardı Caddesi) , Kuruçeşme, Karakol (Telekom), Sakızağacı, Çamlıca Kız Lisesi, Altın Bakkal, Askeri Hastane, Nişantaşı bugünkü belli başlı duraklar.  1960 lı yıllarda Yıldız Bakkal, Dörtyol, İkbaliye, Örnek Mahallesi, Çamlıca Kız Lisesi, Altın Bakkal, Nişantaşı durakları ayrı birer mahalle gibi kabul edilirdi. İkbaliye’nin yukarısında oturan arkadaşlarımız kar yağdığında sokaklarına kurtların, çakalların indiğini anlatırlardı.

Bugün oldukça kalabalık olan bu caddenin eski halini anımsatabilmek için bir iki örnek vermek isterim. 1960 lı yıllarda cadde o kadar boş ve tenhaydı ki Küçük Çamlıca’dan Yıldız Bakkala kadar kendi üretimimiz olan tornetle kayarak veya bisikletle hiç pedal çevirmeden inebilirdik. 1970 li yılların ortalarında da araba ile Küçük Çamlıca’da vitesi boşa alıp kontağı da kapatıp Kadıköy’e kadar inebiliyorduk.

Örnek Mahallesinde şimdiki Telekomun bulunduğu yerde top oynadığımız saha vardı. En çok Batarya Sahasında top oynardık. Sahanın karşısındaki taş duvarın arkasında ağaçlıklar içinde ahşap evler vardı. Burada da top oynanabilen küçük bir saha bulunurdu. Yani Rasim Paşa Konağının bahçesinde de top oynardık.

Küçük Çamlıca Tepesinde büyük çukurlar vardı. Bu çukurların gök taşı düşmesinden dolayı oluştuğu söylenirdi. Yıllar sonra o mahallede oturan biriyle yaptığım sohbette onların Kar Kuyuları olduğunu öğrenmiştim. Eski yıllarda kış mevsiminde karlar tepelerdeki çukurlara doldurulur, yaz mevsiminde kar veya buz olarak aşağıdaki semtlere satılırmış. Bu esnafa da Karcı veya Buzcu denirmiş.

Yukarıdakilerin dışında Acıbadem’de bulunan birçok köşk bugün ortada yoktur. Keşke korunabilmiş olsalardı, hiç değilse arşivleri oluşturulabilseydi.

ARİF ATILGAN ACIBADEM DERGİSİ ARALIK 2014

3 Kasım 2015 Salı

AVRUPA MEDENİYETİNİN KARAYA VURMASI
Arif Atılgan

Yunan mitolojisinde Tanrıların mükemmelliğini yansıtan heykeller sanatın ilk işaretleri olarak bilinir. Dolayısıyla ardından felsefe, bilim, hukuk gibi medeniyet ışıklarının bu ülkeden çıktığı kabul edilir. İlk kilise mimarisi olan bazilikalar da Yunan mahkeme binalarından örnek alınmışlardır. Bütün bunlar Avrupa’nın medeniyeti Yunandan öğrendiğini göstermektedir. Bunun için bugün hala Yunanistan’ın tüm ekonomik sıkıntıları kendilerine gizli hayranlık duyan Avrupa tarafından yüklenilir. Bu sebepten Yunanlılar için Avrupa’nın Şımarık Çocuğu tanımı kullanılır. Yani kendisini medeniyet kelimesiyle tanıtan Avrupa veya genel anlamda Batı, medeniyeti Yunanistan’dan almıştır. Avrupa sokaklarında kurallı toplumu, müzelerinde sanatı hissedersiniz. Yunanistan’da sokaklarda da sanatı hissedersiniz. 

Son günlerde Avrupalı ülkeler 2.5 milyon mülteciyi topraklarında barındıran Ülkemize ‘Size üç beş kuruş verelim bunları barındırmaya devam edin. Biz yine de aralarından sağlıklı, eğitimli beş on tanesini seçer alırız’ anlamında komik saçma tekliflerde bulunmuşlardır. Diğer yandan Ülkelerine kaçak girebilecek olan mülteciler için sınırlarına duvar örmeye başlayanlar olmuştur.

Hâlbuki mülteci dedikleri o insanların kendi vatanlarında, Batı medeniyetinin soktuğu iç dış mihraklar iç savaş yapmaktadırlar. Ölüm korkusuyla kaçan insanlar ise doğal refleksle batıya yani medeniyete gitmek istemektedirler. Ama medeniyet diye gitmek istedikleri yerlerdeki insanlar, sınırlarına duvarlar örerek onları ülkelerine sokmamaktadırlar.


Geçtiğimiz günlerde Yunanistan kıyılarına mültecilerin çıkması esnasında çok sayıda cansız gövdelerinin sahillere vurması üzerine Yunanistan Başbakanının ‘Karaya vuran insan cesetleri değil Avrupa Medeniyetidir’ demesi çok önemlidir. Başbakan Çipras konuşmasının içinde ‘Aynı zamanda bazı ülkeler duvarlar örmek niyetinde. Oysa bizim mantığımızda Avrupa hayali Berlin Duvarı yıkıldığı zaman doğdu. Şimdi bu hayal yeni duvarların örülmesiyle ölüyor.’ Demiş.

Yunan medeniyetinden esinlenerek kendilerini de medeniyet kelimesiyle tanımlayan Avrupa’ya Çipras’ın bu sözleri adeta bir tokattır. Aslında kendilerini medeni gösteren ama sömürgecilikten öteye gitmeyen terbiyeleri olan diğer tüm Dünya milletlerine de bir tokattır. Çipras bu sözleri ironi yapar gibi ama aslında öfkeyle söylemiştir.

Yunan medeniyetinin doğduğu topraklar olan İyonya Anadoludadır. Bu topraklardaki son Türk devletinin İstiklal Marşının 4. Kıtasının son mısraında da Avrupa için ironi yapar gibi ama aslında öfkeyle ‘”Medeniyet!” dediğin tek dişi kalmış canavar’ denmektedir. Şair Mehmet Akif Ersoy bu mısradaki medeniyet kelimesini tırnak içine alarak bu kelimeyi kendinin değil Avrupalıların kendi kendileri için kullandığını ifade etmek istemiştir. Eminim Çipras ta konuşmasını yazsaydı aynı şeyi yapardı. 1921 yılında yazılmış İstiklal Marşımızla Avrupa medeniyetinin beşiği olan Yunanistan’ın Başbakanının aynı tespite gelmesi oldukça anlamlıdır.
Çipras’ı sevmeye başladım.
ARİF ATILGAN Kasım 2015