17 Temmuz 2019 Çarşamba


GEÇMİŞİNDEN KOPARILAN İSTANBUL
 Arif Atılgan

Biraz abartılı da olsa şu cümle pek yanlış olmayacaktır: 10 yıl sonra İstanbul’daki bütün binalar otel olarak kullanılabilecektir.

Bizans’ın kurulduğu Suriçi bölgesi.. Surların üzerinden tren yolu geçirilmiş. Daha sonraları da Vatan ve Millet Caddelerini açmak için çok sayıda tarihi eser yok edilmiş. Surların dışında da aynı şeyler yapılmış. Anadolu Hisarı surlarının üzerinden cadde geçirilmiş. Karaköy-Beşiktaş arasında cadde genişletmek için çok sayıda tarihi eser yok edilmiş. Tarihi köşklerin neredeyse tamamı yıkılıp apartmana çevrilmiş.

1950 sonlarına böyle gelinmiş.

1960’larda İstanbul ferahlatan bir şehirdi. K.Çekmece’ye kadar denize girilen kıyılar, yeşillik alanlar vardı. Boğazda 1-2 sıra binadan yukarısı tepelere kadar ormanlık alanlarla kaplıydı.

Sokak çeşmeleri bulunurdu. Üstelik iyi su çeşmeleri.. İnsanlar kadar hayvanlar da bu çeşmelerden yararlanırdı.

Her semte özel sebze-meyveler vardı. Semtlerin yakınında yetişen sebze-meyveler, yetiştirenler tarafından semt sokaklarında satılırdı.

Kadıköy’de yaşayanlar iskelede vapurdan indiklerinde ‘Oh, köyüme geldim’ derlerdi içlerinden.

Mahallelerde yaşanılır, Beyoğlu’nda eğlenilir, deniz kıyılarında serinlenilir, tepelerdeki korularda nefeslenilirdi.  Çocuklar önce yürümeyi, ardından yüzmeyi öğrenirdi. Deniz şehriydi İstanbul.

1980’lere kadar böyleydi.

Boğaza yapılan her köprünün çevre yolları etrafında varoşlar oluştu. Önlem almaktan çok teşvik edildi sanki. Aflar.. Kaçaklar.. Aflar.. 

2000’li yıllara gelindi.

Önceleri yeni inşaatlar.. Sonra az yüksek ve sonra en yüksek binalar yapıldı. Orman, dere, bostan, bahçe, tepe, çukur her yan bina doldu. Deniz kıyılarına marina-AVM’ler yapıldı. Bırakın ferahlatan şehri nefes alınamayan şehir yaratıldı.


                                                     Yeni İstanbul                                                                         

Doğal sonuç olarak komşuluk yapılan mahalleler kayboldu. Aynı binada yaşayanların birbirini tanımadığı bir yerleşim oluştu.

4-5 milyon nüfusun üzerine çıkılmaması gerekirken 20 milyonun yaşadığı ürkütücü bir kent ortaya çıktı. Karadan da, havadan da, denizden de 3000 yıla varan bir yerleşim olduğu hissedilmiyor artık. Devasa bir beton yığını..

İstanbul terk ediliyor. Gidenler kalabalığı sebep gösteriyorlar ama ön plandaki sebep huzur ve sakinliğin yok olması. Her taraf eğlence fonksiyonlu.. Her şey turizm amaçlı.. İstanbul tüketiliyor.

Önlem alınmalı.. Aksi takdirde geçmişinden kopuk İstanbul kalıcı olacaktır.
ARİF ATILGAN atılgan blog TEMMUZ 2019



9 Temmuz 2019 Salı


GEÇMİŞİNDEN KOPARILAN KADIKÖY
Arif Atılgan

İstanbul ticarileşmektedir. Bu durumdan bazı belediyeler bilerek veya bilmeyerek tuzağa düşerek etkilenmektedir. Onlar kendilerini diğerlerinden daha modern kabul ederek ticariliğin eğlence fonksiyonuna ev sahipliği yapmaktadırlar.

2005 yılında yapılan Kadıköy Tarihi Çarşı Canlandırma Projesiyle Çarşı yok edildi. Buna karşın Altıyol’a ve Moda’ya kadar her taraf yeme–içmeci çarşısı haline sokuldu. Ardından Yeldeğirmeni ve Koşuyolu mahalleleri.. Fenerbahçe, Bağdat Caddesi, Minibüs Yolu aksları.. Ticarileşen Kozyatağı.. İlçenin tamamı giderek yeme-içmeci ve eğlence fonksiyonuna dönüşmekte. Hâlbuki Kadıköy mahalleleriyle anılarda yer alır.

                                 Tarihi Çarşı Yeme-İçmeci Çarşısı Oldu

Bahariye Caddesi, üzerindeki sinemalar dolayısıyla kültür caddesi gibiydi. Plajları anlatmaya zaman yetmez.

1970’li yıllarda Kadıköy’de eğlence yeri olarak sadece 2 diskotek vardı. Biri Feneryolu’nda Top Pop, diğeri Caddebostan’da Budak Kulüp.. Gençler giderdi.. Meyhaneler de vardı ama oralar eğlenmek için değil sohbet etmek için kullanılırdı.

İnsanlar eğlenmeye Avrupa Yakasına geçerdi. Şimdi bütün İstanbul eğlenmeye Kadıköy’e geliyor. Burada yaşayanların eğlence fonksiyonundan rahatsızlıkları her yerde yazılır-konuşulur oldu. Bu durum devam ettikçe Kadıköylünün Kadıköy’ü terk etmesi üzüntüyle izlenecektir..

Yakın gelecekte sadece eğlence yerleri ile oralarda çalışanların ikamet ettiği binalar bulunacak gibi görünüyor.

Yaşantısı böyle.. Tarihi eserlerinin durumu nedir?.

Gözümüz gibi koruduğumuz Suriçi Bölgesi yani Fatih ilçesi Bizans’ın kurulduğu alandır. Kadıköy’ün ilk kurulduğu yerleşiminin adı ise Khalkedon’dur. Khalkedon’un Bizans’tan 20 yıl kadar önce kurulduğunu kaç kişi bilir? Kadıköy’de bunu hissediyor muyuz?

Kadıköy’de Khalkedon’dan hiçbir iz yoktur. Osmanlı’dan ve Cumhuriyet döneminden var mıdır? Varsa bunları ne derece hissediyoruz? Korumuş muyuz?

Yeldeğirmeni’ndeki Duatepe Sokağına Kadıköy’ün önemli azizesi Euphemie gömülmüş. Mezarının yanına yapılan kilisede Hıristiyanlığın 4. Konsili yapılmış. Bilen var mı?

Korunmamış olsa da Khalkedon surları veya sınırları insanlara hissettirilemez mi?

Günümüze kalmış en eski Osmanlı eserleri Çatal Çeşme ve Kethüda Camiidir. Bunlar vurgulanamaz mı? 

Cumhuriyet sonrasında Türk Okulu olarak inşa edilip, bugün hala var olan okul.. Harf devrimiyle eğitime açılan Gazi Mustafa Kemal Paşa İlkokulu.. Bilinir mi?

Tek tek saymayacağım. Ancak restorasyonların son derece kötü yapılmasına ne demeli? Ayrılık Çeşmesi, Ladikli Ahmed Ağa Çeşmesi biliniyor.. Son restore edilen eser Kadıköy İskele Binası.. Hem deniz cephesi yanlış hem de kara cephesine ekler yapıldı.. Hemen yanında bulunan Kayık İskelesi ise yok edildi. Kayık İskelesi Haydarpaşa Garının da tarihiyle irtibatlıdır.. Özen Sineması başka amaçla başka isimle kaçak kullanılıyor.

                          Kadıköy İskele Binasının Kara Cephesinde Eklentiler.

Onlarca tarihi köşk bugün yok. Tarihi çeşmeler, mezarlar da yok.

Sonuçta Sur İçinden daha eski geçmişi olan Kadıköy 50 yıllık yerleşim gibi hissediliyor.

Kadıköy sokaklarını sabah saatlerinde gezmek çok keyifli.. Çok hoş plato duygusu veriyor insana. Ancak akşam olup mekânlara müşteriler gelince ister istemez oralarda ikamet edenlerin hali düşünülüyor. Kadıköy geçmişinden kopuyor.

Görülüyor ki Kadıköy’de tarihi eserler 1950’lerden itibaren yok edilmiş. Günümüzde farklı bir tutum görülmüyor.. Yaşantısı ise 2005’den itibaren değiştirilmiş. Eğlence fonksiyonu esas alınmış. Aralara iskân konmuş.

Kadıköy kararını vermelidir. Tarihi kimliğini ön plana çıkarıp iskân alanı mı olacaktır? Tarihi kimliğini yok sayıp eğlence-ticaret alanı mı olacaktır?
ARİF ATILGAN atılgan blog TEMMUZ 2019

5 Temmuz 2019 Cuma


GEÇMİŞİNDEN KOPARILAN YELDEĞİRMENİ
Arif Atılgan

2010 yılında Yeldeğirmeni Canlandırma Projesi çalışmaları başlamıştı. Onlar semt için çalıştıklarını söylüyorlar, Ben semte getirecekleri yabancılar için çalıştıklarını söylüyordum. Diyorlardı ki ‘Yayalar için kaldırımları genişletiyoruz, kiliseyi restore ettik semte kazandırdık’, Ben diyordum ki ‘Yapılacak kafelerin masaları için kaldırım genişletiyorsunuz, kiliseyi ise dışarıdan gelecekler için restore ettiniz’.. Diyorlardı ki ‘Soylulaşma olmayacak’, diyordum ki ‘Soylulaşmanın ta kendisini yapıyorsunuz’.  Bunlar ve benzeri her konuda haklı çıktığım için sevinemiyorum doğrusu..

Önceleri kafeler açılmaya başladı. ‘Yeldeğirmeni Karaköyleşiyor’ diye yazı yazıldı. Ardından yeni tipler taşınmaya başladı semte. Bu sefer de ‘Yeldeğirmeni Cihangirleşiyor’ diye yazı yazıldı. Sözüm ona iltifat ediyorlardı Yeldeğirmeni’ne. 

                              Caddelerde Esnaf Yerine Kafeler Var Artık

Daha sonra bir kısım mahalleli semtteki değişime ayak uyduramadı. Semti terk ettiler. Onların gitmek zorunda kalacakları biliniyordu. Çünkü: Proje gereği semt pahalılaşacaktı. Ayrıca yeni gelenler mahalleye uymadıkları için eskiler rahatsız olacaklardı.

Bu durum ‘Nezihleşen Yeldeğirmeni’ yazısıyla yorumlandı. Yani Yeldeğirmeni’nde oturanlar nezih değil.. Gelenler nezih… Nezihler hem lütfedip yerleştikleri için hem de eskileri nezihleştirdikleri için çok fedakarlar.. Bakışları buydu.

Öyle bir hale gelindi ki 10 yıl önce Yeldeğirmeni’nin yerini bilmeyenler veya burun kıvıranlar sanki yaşamlarını buraya adamış gibi davranır hale girdiler. Bazıları da tüm mahallenin yıkılıp yüksek binalar yapılmasını konuşur oldular.

Semtin iki tarihi çeşmesi olan Ayrılık Çeşmesi ile Ladikli Ahmed Ağa Çeşmesi kötü restore edildi. Özellikleri namazgâh olan çeşmelerin namazgâhları yok edildi adeta.

            10-15m2'ye Sıkıştırılan Ladikli Ahmed Ağa Çeşmesi Namazgahı

Ama en kötüsü Kadıköy’ün günümüze kalmış en eski sinema binası olan tescilli tarihi eser Özen Sinemasının kaçak tadil edilip kullanılması. Kilisenin restorasyon maliyetinin yirmide birine mal olacak Özen Sineması restorasyonu bir türlü yapılmamakta.. Daha da önemlisi başka amaçla ve TAK adıyla kullanılmakta..

                                  TAK Yapılan Tarihi Özen Sineması

200 yıllık semt masaya yatırılmış, adeta her kes parça kopartıyor üzerinden..

Sonunda bir tez çalışmasında tespit yapılıyor. ‘Yeldeğirmeni, emekliyle hipsterin birlikte yaşadığı semt.’ Deniyor. Bu tespit Canlandırma Projesini yapanların baştan aşağıya yanlış yaptıklarının kanıtıdır.

Emekliden kasıt mahalleli.. Semtte, Anadolu’nun ücra köylerindeki gibi çoğunluk yaşlılar kalmış. Ama burası kentin göbeğinde.. Bu sebepten başkaları da gelmiş. Ne yapsın yaşlılar? İdare edecekler.

Hipster ‘…. soylulaştırılmış mahallelerde bulunan gençlerden oluşan bir altkültür’ olarak tarif ediliyor. Canlandırma Projesi yapanların olmayacak dediği ‘soylulaşmanın’ olduğunun kanıtı.. Hipsterler, Yeldeğirmeni gibi genleriyle oynanarak dönüştürülen mahallelerde görülen aykırı karakterler.. Aslında semte yeni gelenlerin en sempatikleri.. Tırnak içindeki “nezihlere” filan bakılırsa.. Bir de arada bir Ülkenin başka bölgelerine gidip gelen güzel Türkçe konuşan yabancılar olduğu söyleniyor.

Mahallede yaşayanlar, günlük kiralanan konutları, geç saatlere kadar eğlence sesleriyle mahalleliyi uyutmayan yeme-içmecileri de dillendiriyorlar.

Saçma sapan yazılarda Yeldeğirmeni’nin geçmişi Canlandırma Projesi başlangıcı olan 2010 yılından 10 yıl öncesi olarak kabul ediliyor. Semtin yüzlerce yıllık geçmişini bilmiyorlar..

Görülüyor ki güzelim mahalleyi soylulaştıramamışlar bile. Yapılanın adı Soy(suz)lulaştırmak olsa gerek.

Yeldeğirmeni’ne Yahudi gözüyle bakmam. Rum, Ermeni, Türk, Kürt, Laz, Boşnak vs gözleriyle de bakmam.. Yeldeğirmeni’ne ve Yeldeğirmenliye T.C. yurttaşı gözüyle bakarım.

Nerede kaldı 200 yıllık mahalle?..  2010 yılına kadar vardı..

Üzücü olan kent mücadelesi yaptığını ve korumacı olduğunu söyleyen kişi ve kurumlar ile böylesi yasa dışı oluşumları önlemesi gereken yetkili kişi ve kurumların hiçbir şey yapmamalarıdır.

Yeldeğirmeni’nin geçmişinden koparılmasını engellemek Eski Yeldeğirmenlilere düşüyor. Kurdukları Face sayfasında anılarını paylaşarak eski yılların gerçek mahallesini hafızalardan sildirmiyorlar. Dünyanın en asil ve ilkeli mücadelesini gerçekleştiriyorlar bu şekilde.

Yeldeğirmeni 20 yıllık bir yerleşim değildir.. Yeldeğirmeni geçmişinden koparılamaz..

AİF ATILGAN Atılgan Blog TEMMUZ 2019





13 Mayıs 2019 Pazartesi


ANNELER
Arif Atılgan

2 Şubat 1960. Yeldeğirmeni’nde oturuyoruz. Üst kattaki kiracılar birkaç gün önce çıktılar. İlk olarak Anneannem üst katta düzenlenen odasına yerleştiriliyor.  Alt katta yatmaya hazırlanıyoruz. Ablama o gün ilk topuklu ayakkabısı alınmış. Anneanneme göstermek için üst kata çıkıyor. Telaşla aşağı indiğini duyuyoruz ve babamlara ‘Anneannem yatağında öylece yatıyor.‘ diyor. Annemle babam yukarı çıkıyorlar. Babam aşağı inip giyinmeye başlıyor. ‘Gitti.’ diye kendi kendine mırıldanıyor.. Yattığım yerden her şeyi dinliyorum. Birazdan sokağımızdaki Doktor Benazio ile geliyor. Dr. Benazio muayene sonrası ‘Allah Rahmet Eylesin.’ Diyor. 11 yaşımdayım. Yataktan çıkamıyorum. Taşıbayır Sokakta oturan teyzeme haber veriyorlar. O geliyor. Sabaha kadar bekleniyor. Üst kata çıkıyorum. Onu iki yanağından öpüyorum. Sabah beni Kadıköy’deki akrabalara haber vermek için gönderiyorlar. Bembeyaz karlı bir gün.. Alt kattaki mutfakta yıkıyorlar. İlk defa bir yakınımı kaybediyorum. Götürüyorlar… 7 gün mutfağın ışıkları söndürülmüyor. 3 gün evde radyo dinlenmiyor. Günlerce Annemin mutfakta iş yaparken kendi kendine ‘Anneciğim üşüyorsundur oralarda.‘ diye söylendiğini duyuyorum.


12 Mart 2004. Evliyim. Evim ayrı. Henüz cep telefonu yok. Evdeyim. Ev telefonu çalıyor. Açıyorum. Ağbim ‘Annemle konuşurken telefonun kapanmadan kesildiğini, merak ettiğini’ söylüyor. Küçükyalı’da Ablamla oturan Annemin evine gidiyorum. Ablam misafirliğe gitmiş. Kapı kapalı. Komşu Hanım da geliyor. İçerden Annemin sesini duyuyorum. Belli ki kalkamıyor.. Koşup çilingir getiriyorum. Bu arada kalkabilmiş.. Kapıyı açmış.. Komşumuz içeride. Annemi iyi görmüyorum. Acele arabaya atlayıp doktor getiriyorum. Muayene ediyor. İğne yapıyor. İstirahat edin diyor. Gidiyor. Ağbim, Ablam, eşim geliyor bu arada. Annemi oturtuyoruz. Kendine geliyor. Süt istiyor. Sütün midesini bozacağı düşüncesiyle çorba içiriyoruz. Kendine geliyor. ‘Hadi yatıralım, istirahat et’ diyoruz. Salondan yatak odasına götürüyorum. Kolumda dinlene dinlene giderken, bana dönüp ‘Vücudum başımı taşıyamıyor.’ Diyor. Yatağına oturuyor. Ablam üstünü değiştirmeye başlarken biz salona geçiyoruz. Birkaç dakika sonra ablamın telaşla bizi çağırdığını duyuyoruz. Koşuyoruz. Öylece yatıyor. Tekrar yakındaki özel kliniğe gidip doktor getiriyorum. Doktor muayene ederken komşumuz ‘Deme’ diyor doktora. Ne diyeceğini biliyoruz sanki. ‘Başınız sağolsun’ diyor doktor. Yakınlara telefon ediyoruz. Sabaha kadar bekliyoruz. Odasına giriyorum ve Onu iki yanağından öpüyorum. Anneannemin üzerine defnediyoruz. Ben yerine koyuyorum usulca. Kulaklarımda yıllar önce Annemin Anneannem için söylediği cümle çınlıyor.. ‘Anneciğim üşüyorsundur oralarda’.

Tüm annelerin Anneler Günü Kutlu Olsun.

arifatilganKENT ve İNSAN ARİF ATILGAN MAYIS 2019

10 Mayıs 2019 Cuma


ANARAD HİĞUTYUN RAHİBELERİ OKULU (NAZIM HİKMET KÜLTÜR MERKEZİ)
Arif Atılgan

Kadıköy’lüler Nazım Hikmet Kültür Merkezi olarak bilirler. Anarad Hiğutyun Rahibeleri Okuludur. Anarad Hiğutyun bir rahibeler tarikatının adıdır. Anlamı, lekesiz gebe kalmaktır.

1854 yılında Roma Katolikleri tarafından kabul edilmiş bir dogmadır. Buna göre tüm insanlar bir günahla yani cinsel ilişkiyle Dünya’ya gelir. Sadece Meryem Ana temel günahı yaşamadan İsa’ya hamile kalmıştır.

1847 yılında İstanbul Beyoğlu’nda Anarad Hiğutyun Rahibeleri Birliği kurulmuş. Birlik o yıllardan itibaren Vakıf olarak görev yapmış.

19. Yüzyılda İstanbul’da kurulan Rahibeler Tarikatının amacı kız öğrenciler için okul açmak, eğitim yaptırmaktır. Bu anlamda Anarad Hiğutyun adıyla İstanbul’da 4 okul açılmış. Beyoğlu’nda, Samatya’da, Pangaltı’da ve Kadıköy’de.. Günümüzde sadece Samatya’daki (K.Mustafa Paşa) eğitime devam etmektedir.

Kadıköy’deki, Altıyol Ali Suavi sokaktadır. Ancak okulun esas kapısı Nihal Sokaktadır. Ali Suavi Sokaktaki kapı servis kapısı olarak kullanılırmış.

                Anarad Hiğutyun Okulu. Bugün Nazım Hikmet Kültür Merkezi.

Nihal Sokaktaki esas kapının üzerinde Ermenice, ‘Anarad Hiğutyun Rahibeleri Okulu Kuruluş Tarihi 1900’ yazmaktadır. Ancak bazı kayıtlarda okulun kuruluş tarihi 1902 olarak yer almaktadır. Yine bazı kayıtlara göre burada daha önce bulunan ahşap binada Armeno Katolik Pansionat isimli bir rahibe okulu varmış. 1900 onun kuruluş tarihi olabilir.

                                            Okulun Esas Giriş Kapısı

Bina katlarının kullanımı şu şekildedir:
Bodrum Kat: Su Sarnıcı,
Zemin Kat: Mutfak, Yemekhane, Şapel,
1. Kat: Sınıflar,
2. Kat: Müdür Odası, Öğretmenler Odası, Konuklarla Görüşme Odası, Rahibelerin yatakhanesi,
Çatı Katı. Müsamere Salonu.
Teneffüs zili olarak koridorda ve merdiven sahanlığında asılı çanlar kullanılmıştır.

Çinili Bölümde Şapel (Apsisi Görünüyor), Seramiklide Yemekhane, Arada Duvar Varmış. Bugün Tamamı Kafe.

Okul Binası yaklaşık 1360m2 büyüklüğündeki bahçe içindedir. Binanın her katı yaklaşık 380m2 alana sahiptir. Çatı Katındaki Müsamere Salonu 120m2 civarındadır. Taşıyıcı sistemi yığma tuğladır. Dış duvar kalınlıkları Zemin Katta 0.80m, Üst Katlarda 0.60m olup iç duvar kalınlıkları 0.40m’dir. Duvarların içine çeşitli amaçlar için gömme dolaplar yapılmıştır. Ayrıca depreme karşı mukavimliği arttırmak amacıyla duvarlara gergi demirleri monte edilmiştir. Kat yükseklikleri oldukça fazladır. Zemin Katta 3.00m, Üst Katlarda 4.30m’dir. Geniş açıklıklı odalarda kiriş olarak çelik putreller kullanılmış, döşeme onların üzerine oturtulmuştur. Merdiven atölyede üretilen çini basamaklar üst üste bindirilerek oluşturulmuştur. Trabzonlar ahşap olup yerinde ölçüyle monte edilmiş, demir korkuluklar kaynaksız perçinle birleştirilerek üretilmiştir. Demir kapılar da kaynaksız perçinlerle oluşturulmuştur. Yer çinileri atölyede üretilip yerine döşenmiştir. Tuvaletlerde uzun mermer lavabo, mutfakta mermer ve yerinde dökme mozaik lavabo, eviyeler vardır. Mutfakta kasap bölümü ayrı olup et kesme tezgâhları ve tavanda et asılan çengeller bulunmaktadır. Isı kaybını önlemek için katlara merdiven sahanlığındaki kapıyla girilmektedir. Kapı ve pencereler ahşap doğramadır. Bahçe duvarları, 0.75m yükseklikte taş örme duvar üzerine 0.75m demir parmaklık şeklinde olup aralarda taş örme babalar bulunmaktadır.

                                                           Koridor

Bahçenin bina çevresindeki kısmı öğrenciler tarafından kullanılmıştır. İçinde balıklar olan havuzlu tarafa küçük bir duvar ve kot farkıyla geçiliyor. Burayı rahibeler ve öğretmenler kullanırmış. Öğrenciler geçememekteymiş.

                     Havuzun bulunduğu Kot Öğretmen ve Rahibelere Aitmiş.


Okul kız öğrenciler için kurulmuş. Ancak sonraki yıllarda kız-erkek karışık olmuş. Ana Bölümü sınıfı ile 5 ilkokul sınıfı vardır. Eğitim tek tedrisattır. Okulda Ermenice’den başka Fransızca dersleri de verilmiştir.

1960’lı yıllarda 104 öğrencisi vardır. Şapel üst kata alınmış.  O yıllarda öğretmenlerle ilgili yapılan yasal düzenlemeler ilkokul öğretmenlerinin Öğretmen Meslek Lisesi mezunu olmaları koşulunu getirmiş. Bu koşul okuldaki Ermeni asıllı öğretmenleri engellemiş.

1982 yılında öğrenci sayısı 80 civarına düşünce Okul Milli Eğitime yapılan başvuru ile kapatılmıştır. Öğrencilerin bir kısmı Moda’daki Aramyan Uncuyan Okulu’na bir kısmı da Devlet okullarına gitmiştir. Bakanlık 3 yıl içinde tekrar açabilirsiniz demiş ama tekrar açılamamış. Vakıf Yöneticileri binayı başka bir okula, daha sonra özel bir sağlık kuruluşuna kiralamak istemişler. Bakanlık izin vermemiş. Bina yıllarca boş ve metruk kalmış.

2000’li yıllarda AB uyum yasalarında yapılan düzenlemeler doğrultusunda Bakanlıktan ‘Kültürel Konularda kiralanabilir’ izni çıkmış.

                                                    Merdiven

2004 yılında bina bahçesiyle birlikte Nazım Hikmet Kültür Merkezi’ne kiralanıyor. Bu sözleşme sonrası bina ve bahçesi derlenip toparlanıyor ve aslına zarar vermeden kullanılmaya başlanıyor. Perçinli kapılar, ferforje merdiven korkulukları, mermer ve dökme mozaik lavabo-eviyeler gibi bütün öğelerden orijinal halleriyle yararlanılmaktadır. Zil çanları yerlerinde asılıdır. Bahçe duvarları 2m civarına yükseltilmiştir. Zemin kattaki tuvaletler kitap satış yeri, binayla Ali Suavi Sokaktaki bahçe duvarı arası tuvalet yapılmıştır. Binanın havuz tarafı kafe, yan tarafı restoran-kafe olarak kullanılmaktadır.

Bina katlarının günümüzdeki kullanımı şöyledir:
Bodrum kat: Kalorifer dairesi
Zemin Kat: Mutfak, Kafe,
1. Kat: İdari Oda, Leyla Erbil Kütüphanesi, Dans Salonu, Restoran,
2. Kat: Kültür-Sanat Ofisleri, Yılmaz Güney Sinema Salonu, Derslikler,
Çatı Katı: Ruhi Su Tiyatro Salonu

                        Müsamere Salonu. Bugün Ruhi Su Tiyatro Salonu.

Burada kütüphane, kültür-sanat etkinlikleri, dans-resim-sinema-tarih-dil dersleri, STK toplantıları, sinema-tiyatro gösterileri gibi çeşitli kültürel çalışmalar yapılmaktadır. Alt katlardan restoran-kafe olarak yararlanılmaktadır.

Antika değerindeki Nazım Hikmet Kültür Merkezi sadece Kadıköylülerin değil tüm İstanbulluların yararlandığı bir tesistir.  

arifatilganKENT ve İNSAN ARİF ATILGAN MAYIS 2019






YELDEĞİRMENİ’NDE HELVA KAFE
Arif Atılgan

05.05.2019 Pazar Günü Yeldeğirmeni gezisi yaptırıyorum. Ayrılık Çeşmesi Sokağından Uzunhafız’a girdik.. Eski kabadayımız Arap Kemal’i anlatıyorum. Kardeşi Arap Yaşar’ın evinin önündeyiz. Biri yanıma geldi. ‘Arif Bey siz misiniz?’ dedi.. Ardından ‘Ben Barbaros.. Burası benim dükkân.’ Deyince.. Turdakilere ‘İşte Arap Kemal’in oğlu’ dedim..

Tesadüf.. Ertesi gün oralardayım.. Uğruyorum Barbaros’a.. Sohbet ederken yazmaya karar veriyorum bu mekanı..

Küçük bir dükkân.. Sahibi Barbaros Karaman.. 1950-60’lı yıllarda semtin kabadayısı Arap Kemalin ortanca oğlu.. Diğerleri Turgut ve Namık..

Üç kardeşin İbrahimağa’da araba tamir dükkânı vardı. İstasyon gelmiş.. Düzenleme yapılmış.. Sonunda istimlâk olmuş.. Diğer iki kardeş işi başka yere taşımış. Barbaros, sağlıkla ilgili sorunları dolayısıyla tamirhane ortamından uzak kalmak zorunda.. Tamirciliği bırakmış.

Helva isimli kafenin 2 yıllık geçmişi var. Ses mühendisi bir Hanım açmış burayı.. Kendi spesiyali olarak bir helva yapıyor. Her kes çok beğeniyor bu lezzeti.. Sonra kendi mesleğiyle ilgili bir iş teklifi alıyor.. Dükkânı kapatmaya niyetleniyor.. Barbaros da kendine emekli işi arıyor.. ‘Yazık, kapama. Bana bırak’ diyor.. Dükkânı devralıyor.. Tarih, bundan iki ay önce. Mart 2019..

Helva Kafe ve Sahibi Barbaros Karaman

Ancak sorun bundan sonra başlıyor. Anlaşılıyor ki, o helva yoksa dükkânın anlamı yok. Barbaros kendi yapıyor. Olmuyor.. Komşu kadınlar yapıyor. Olmuyor.. Tepsi tepsi helva heba oluyor.. Tam ümidi kesmişken ses mühendisi Hanım geliyor. Barbaros derdini anlatıyor.. O Hanım da ‘Tamam ben sana yapar getiririm. Bittikçe ararsın.’ Diyor.

‘Formülünü alsaydın.’ Diyorum Barbaros’a. Cevap net.. ‘Olur mu Ağbi?’.. Yani emeğe saygılı.. Ne de olsa Eski Yeldeğirmenli..

Helvalar eski un kurabiyeleri ölçüsünde ve şeklinde.. Tepsideler.. Kaç tane sipariş verilirse o kadarı mikrodalgada ısıtılıyor ve servis yapılıyor. Sıcak yeniyor.. Helva Kafe Uzunhafız Sokağının en üst bölümünde. Helva 3TL, çay 2TL.

                                                        Helva

Kapıda otururken önümüzden yeni muhtar geçiyor. İşi acele.. Muhtarlığı biraz ileriye getireceğini söylüyor. Ardından bir kadın müşteri geliyor.. ‘Helva yemem geldi. Çabuk..’ Diyor. Bakıyorum durum acil. Ben de ayakaltından çekiliyorum.. Kalkıyorum.

Babası Kemal Ağbiyle ilgili muhabbet de edersiniz diyemeyeceğim.. Zira O küçüktü. Bizim kuşak daha güzel anlatır o günleri.

Semtin eski kabadayısının oğlunun dükkânı. Üstelik gerçekten spesiyal olan bir helva. Hem anı var hem lezzet.. Eh.. Bu yazıyla hikayesi de oldu.. Tavsiye ederim.  

arifatilganKENT ve İNSAN ARİF ATILGAN MAYIS 2019


24 Mart 2019 Pazar


HALİD AĞA ÇEŞMESİ – 2
Arif Atılgan

Bugüne kadar bilinen Halid Ağa Çeşmesi, Yeldeğirmeni’ndeki Halid Ağa Caddesinin ucunda bulunan çeşmedir. Ancak kitaplarda Halid Ağa’nın bir çeşme daha yaptırdığı yazar. Bu çeşme için ‘Haydarpaşa’da bir yerde’ şeklinde tarif yapılır.

                                       Haydarpaşa Halid Ağa Çeşmesi

Prof. Semavi Eyice bana, bu çeşmenin Tıbbiye Caddesindeki Toplum Sağlık Müdürlüğünün bahçe duvarında bulunduğunu, esas kısmının toprağa gömülü olduğunu söylemişti.

                                           Çeşme Toprağa Gömülü

Alt taraftaki demiryolu köprüsünün yıkılıp yenisinin yapıldığını duyunca çeşmenin ortaya çıkması haberini beklemeye başlamıştım. Nitekim bahçe duvarının önü kazılınca çeşme ortaya çıktı.
  

Çeşme Ortaya Çıkıyor

Halid Ağa 1791 yılında 3. Selim’in Darüssaade Ağası olmuş, siyahî bir kişidir. 1798 yılında ölmüş, Eyüp’te Mihrişah Valide Sultan Türbesine gömülmüştür.

1794 yılında Haydarpaşa’da, bugünkü Toplum Sağlık Müdürlüğü duvarına denk gelen yerde bir çeşme daha yaptırmıştır. Çeşmenin suyu Seyit Ahmet Deresi civarından çıkan su ile sağlanıyormuş. Çeşmenin kitabesi ve şekli tam bilinmemektedir. Kaynaklarda, etrafı demir parmaklıklı büyük bir namazgâhı olduğu da yazmaktadır. 

Çeşitli sebeplerden suyolları bozulmuş. Kaynağın yolu değiştirilmiş, künkleri Seyit Ahmet deresi yanındaki Tekkenin çeşmesine bağlanmış. Tekke çeşmesinin suyu ise yakındaki Emin Paşa Tepesinden getirilmiş.

1839 yılında harap olduğu görülen Çeşme, Sultan Abdülmecid tarafından yeniden yaptırılmış.

1914 yılında çeşmenin arkasına Darüleytam Hastanesi yapılmış. Çeşme ile Hastane arasında namazgâhın bulunduğu belli olmaktadır. 

                                  1930 Yılı Haritasında Namazgah

1947 yılında Yeldeğirmeni sahil yolu yapılmış, demiryolu üzerine köprü inşa edilmiş, sahil yolu Tıbbiye Caddesine bağlanmıştı. 
                                
28 Mayıs 1927 tarihli 1057 sayılı, ‘Türkiye Cumhuriyeti Dâhilinde Bulunan Bilimum Mebani-i Resmiye ve Milliye Üzerindeki Tuğra ve Medhiyelerin Kaldırılması Hakkında Kanun’ Kamu Binaları cephesindeki tuğra ve kitabelerin kaldırılmasını, müzelere konmasını öngörüyordu. Dayalı olduğu hastanenin bahçe duvarı dolayısıyla, Çeşmenin Kitabesinin o binaya ait olduğu düşünülmüş ve kırılarak sökülmüş.

Kitabede:
‘…Han Selim-i salisin Darüssaade Ağası
Halid Ağa nam derya-mekremet bir pak- zat
Yaptırıp bu çeşmeyi sonra harab olmuş idi 
Görüp ol şah-ı cihan ihyaya kıldı iltifat…’

Tercüme edersek:
‘..3. Selim Hanın Darüssaade Ağası
Halid Ağa namında bilgili-cömert temiz-kişinin
Yaptırdığı bu çeşme sonra perişan olmuş idi
Bunu gören Dünya Padişahı (Abdülmecid) ilgi gösterdi yeniden canlandırdı…’

Bu arada çeşmenin toprağa gömüldüğü, sadece kitabe bölümünün toprak üstünde kaldığı görülmektedir.

                                      2015 tarihli Uydu Görüntüsü

Mermerden yapılan Çeşmeye Sultan Abdülmecid Çeşmesi de denmiştir. 3 yalaklı olup, cephesinde işlemeler bulunmaktadır. Ancak yan tarafında yazıya benzer şeyler görülmektedir.

Kaybolmuş tarihi eserlerden biri daha ortaya çıkmıştır. Bu çeşmeyi bana defalarca anlatan Prof. Semavi Eyice’yi saygıyla ve rahmetle anıyorum.
ATILGAN BLOG ARİF ATILGAN MART 2019

Not:
-Yazılarım aynı zamanda arifatilganKENT ve İNSAN isimli yeni WEB sitemde yayınlanmaktadır.Duyururum. http://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan

-‘Türkiye Cumhuriyeti Dahilinde Bulunan Bilimum Mebani-i Resmiye ve Milliye Üzerindeki Tuğra ve Medhiyelerin Kaldırılması Hakkında Kanun’ 2013 yılında yürürlükten kaldırılmıştır.
-Darüleytam ve Toplum Sağlık Müdürlüğü aynı binadır.