23 Ekim 2024 Çarşamba

 Köşe Yazısı

KADIKÖY-ÜSKÜDAR KIYISI İÇİN KOMPLO TEORİM

Konu 1970’li yıllarda başlar. Kıyılar doldurulacaktır.  Plajlar hafta sonu insanlara yetmemektedir. Denir ki kilometrelerce plaj oluşturacağız. Hâlbuki bu uygulamanın doğuracağı sorunlar olacaktır.

1-Doğa katledilecektir. Tüm deniz dibi çamurla kaplanacak yıllarca balık olmayacak, denize girilemeyecektir.

2-Kıyıların coğrafyası değişecektir. Küçük koy ve burunlar kaybolacaktır.

3-İstanbul’un özelliklerinden olan Yalılar yok olacak, hepsi bahçeli ev haline gelecektir.

4-Burası başka yerlere de örnek olacaktır.

5-Deniz lodos ve poyrazlarda içindeki tüm yabancı maddeyi kıyılara atarak kendini temizleyemeyecektir. Zira dik kıyıların içinde havuz gibi olacaktır.

Tüm kıyılar dolduruldu ve yazılanların hepsi oldu. Buna karşın insanların denize girme ihtiyacı unutuldu. İnsanlar da İstanbul’da deniz olduğunu unuttu zaten.

1980’li yıllarda Kalamış İskelesinden parkın ortasına kadar olan bölüm birileri tarafından tel örgüyle çevrilip Tekne Çekek Yeri yapıldı.

İşte bu Tekne Çekek Yeri sonraki yıllarda Kadıköy’ün başına dert olacaktır.

1998 yılında 10 yıllık kira sözleşmesi yapılıyor. 2011 yılında Özelleştirme kapsam ve programına alınıyor. Sonra da Fenerbahçe’ye kadar genişletiliyor. Karada ve denizde birbirini bütünleyen imar hakkı çıkarılıyor. Son olarak bu yıl yeni bir kişiye ihaleyle veriliyor.

Bu alanın içindeki Kalamış İskelesi planlarda görüldüğü halde yok farz ediliyor.

Kaba bir tarifle yat, 10 metreden büyük teknelere deniyor. Yat Limanları şehir içinde olmamalıdır. Bir sürü sorun yaratırlar. Şehir içinde 10 metreden küçük tekneler için Tekne Barınakları olabilir. Zira halkın denizciliği sevmesi sağlanır bu şekilde.

Bu tesislere karşı çıkarken top yekûn karşı çıkılmalıdır. Hele halk karşı çıkarken Belediye ‘Biz işletelim’ dememelidir.

Karşı çıkan vatandaşlar bu planlar daha küçükken karşı çıkarlarsa daha kolay sonuç alabilirler.

Aslında öteden beri zaman zaman yazdığım bazı konular vardır. Hepsini toplayarak Kadıköy ve Üsküdar kıyılarının bir kısmı için ‘Komplo Teorimi’ paylaşayım.

Dalyan’dan Üsküdar’a Tüm Kıyı.

Dalyan’dan başlayıp DDY Kampı, Fenerbahçe Plajı, Fenerbahçe Yarımadası, Kalamış, Yoğurtçu Park, Kuşdili Çayırı, Söğütlüçeşme, Kadıköy Çarşı, Moda, Yeldeğirmeni, Haydarpaşa, Salacak ve Üsküdar kıyıları… Yani Dalyan’dan Üsküdar’a kadar tüm kıyı içerilere de girerek bugünkünün çok dışında bambaşka bir şekilde değerlendirilecek. Zaten neredeyse tamamı için planlar yapıldığı bilinir. Ama bana göre önemli tarafı şu… Buralarda bugünkünden çok daha yüksek gelir sahibi insanlar yerleşecek. Yani günümüzde yaşayanların yaşayamayacağı bir durum… Üzülürüm.

ARİF ATILGAN 2024 EKİM

Not: Bu konuda benimle yapılan röportajın videosunun özetidir...

https://atilganblog.blogspot.com/2024/10/yazs-kadikoy-uskudar-kiyisi-icin-komplo.html

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/kadik%C3%B6y-%C3%BCsk%C3%BCdar-kiyisinda-komplo-teori%CC%87m

 

22 Ekim 2024 Salı

 İstanbul İskeleleri

BEBEK İSKELESİ

Bebek… İstanbul Boğazı’nın eski köylerinden… Günümüzde Beşiktaş ilçesine bağlı bir mahalle… Arnavutköy ile Rumeli Hisarı arasında kalıyor. Karşı kıyıda da Kandilli... Kuzeyinde Büyük Bebek Deresi olan kısma Büyük Bebek, güneyinde Küçük Bebek Deresi olan kısma Küçük Bebek denirmiş. Büyük Bebek poyraz alır, Küçük Bebek lodos… Küçük Bebek’te Şehitlik Tepesi bulunur. Bunlara Cici Bebek ve Kaka Bebek te dendiği söylenir. Günümüzde dereler yoktur. Üzerlerinde sokaklar olup sadece adları vardır.

Bebek. (Derelerin Devamı Gösterilmemiştir)

Bebek’in eski ismi olarak iskeleler anlamında Challae, Chilaş, Khile, Skallia, Hallai kelimeleri kullanılmış.

Fatih Sultan Mehmed’in Rumelihisarı’nı yaptırdığı zamanlarda bu havalide asayişi sağlaması için görevlendirdiği Bölükbaşı Mustafa Çelebi’ye yakışıklılığı dolayısıyla Bebek Çelebi denirmiş. Lakabı o yerleşimin adı olmuş.     

Semtin tarihi çok eskilere uzanır ama Fatih’in İstanbul’u almasından sonra bilinmeye başlamış. 18. Yüzyıla kadar eşkıyaların yaşadığı bir yermiş. Padişah 3. Ahmed ve sadrazamı Damat İbrahim Paşa döneminde tanınmış. 19. Yüzyıl sonlarında Atlı Tramvay, 20. Yüzyıl başlarında elektrikli tramvay çalışır olmuş. 

Mısır Konsolosluğu (1781), Yılanlı Yalı (1700’lerin sonları), Robert Kolej ve Boğaziçi Üniversitesi (1863), Sacré Coeur (Kutsal Kalp) Katolik Kilisesi (1908), Ayios Haralambos Rum Ortodoks Kilisesi (1830), Ermeni Kavafyan Konağı (1751) bilinen tarihi yapılarıdır.

Bunlardan başka Kayalar Mescidi 17. Yüzyılda yapılmış ancak harap olmuş. Bugünkü hali 1877 yılında yapılmış. Bebek (Hümâyûn-u Âbâd) Camii 1726 yılında Hümayun-u Abad Kasrı yanına yaptırılır. 1900’lü yıllarda harap olur. 1913 yılında yerine Mimar Kemalettin Beyin eseri olan Bebek Camii yapılır. Bebek Parkı 18. Yüzyılda Hümayın-ı Abad Kasrı’nın bahçesidir. 1908 yılında park olarak hizmet vermeye başlar. 1 asır sonra 2008 yılında ise Türkan Sabancı Bebek Parkı adını alır.

İskeleye gelirsek…

1851 yılında Bebek Camii’nin (Sultan 3.Ahmed Camii) yanına tek katlı ahşap yapı olarak inşa edilmiş.

Eski Bebek İskelesi

1886 yılında iskele civarındaki çürüyen rıhtım tamir edilir.

1890 yılında kadın ve erkek yolcular için ayrı bekleme salonları yapılır.

1894 yılında yan tarafına bir sıra kazık eklenerek genişletilir

1898 yılında tamir edilir.

1899 yılında iskelenin daha merkeze taşınması teklif edilir.

1910 yılında yolcu bekleme salonu soba ile ısıtılıyormuş. Salona duvar saati konmuş.

1918 yılında tamir edilir.

1920 yılında Park tarafında ahşap kazıklar çakılarak yeni iskele yapılır.

1944 yılında Şirket-i Hayriye millileştirilmiş. İskele Devlet Denizyolları ve Limanlar Umum Müdürlüğü’ne verilmiş. 

1953 yılında ise bir yıl önce kurulan Devlet Denizyolları ve Limanlar Umum Müdürlüğü’ne devredilmiş.

1986 yılında büyük bir onarım yapılır.

2001 yılında betonarme kazıklar üzerine inşa edilir.

Yeni Bebek İskelesi

İskelenin alanı 337,65 m2,  yolculara ait alanı 316,65 m2, yanaşma yeri uzunluğu 13,5 m, minimum su derinliği 1,14 m, maksimum su derinliği 4,1 m, denizden yüksekliği 1.15 metredir. Yanaşabilecek en büyük gemi tonajı 747,36 grostondur.

Bebek İskelesi Galata Köprüsü’ne 5,5 mil mesafede olup şehir hatları vapurları bu mesafeyi 27 dakikada alırlar.

1950’li yıllardı. İlkokul yaşlarımdaydım. Ağabeyim ve ben tramvayla Bebek’e gitmiş orada babamla buluşmuştuk. Son duraktı. Anımsadığım kadarıyla Bebek Meydanı vardı ve tramvay orada dairesel bir tur yapıp geriye dönüyordu. Biraz alt tarafı deniz kıyısıydı. Kumsal, küçük bir koydu.. Denize girmiştik. Su soğuktu. ‘Burası boğaz. Soğuk olur’ demişlerdi. Kaş’taki Küçük Çakıl koyunu o zamanki Bebek koyuna benzetirim. Biri kumsal diğeri çakıllıktır.

Bebek Koyunda çeşit çeşit balık tutarlarmış o yıllarda. En çok ta lüfer…

1970’lerde bir arkadaşım ailesinin de ortak olduğu bir otelin restoranına götürmüştü beni. Alt kattaki mekânın camları deniz altındaydı. İzmir’de, havuz suyunu gören Efes Oteli’nin restoranı gibi...

Günümüzde oraları tanıyamıyorum. Her taraf yeme-içmeci olmuş. Tescilli eser olan eski iskele de... Bebek, İstanbul’un en lüks semti olarak gösteriliyor. Hak verebilirim. Yukarıdaki anılarımı yaşadığım yerleri bulamıyorum artık.

ARİF ATILGAN 2024 EKİM

 https://atilganblog.blogspot.com/2024/10/istanbul-iskeleleri-bebek-iskelesi.html

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/bebek-i%CC%87skelesi%CC%87

 

 

 

 

 

 

 

 


15 Ekim 2024 Salı

 Köşe Yazısı

YALOVA’DA SORUNLAR

İnternet ortamında, Yalova Valisi ile yapılan bir toplantıdan bahsediliyordu. İlin sorunları konuşulmuş. Bazılarına ben de değinmek isterim.

Minibüsler… Minibüslerin sorunlarını halletmek yerine onları kaldırmak gerektiğini söyleyeyim. Minibüs hiçbir zaman toplu ulaşım için çözüm değildir. Toplu ulaşım araçları otobüs, tramvay, tren vs.dir. Yani en az 50-100 kişi taşıyabilen araçlardır. Minibüsler kamu araçlarının hizmet götürmesine değmeyecek kadar az yolcu olan bölgelerde kullanılır. Oradan birkaç kişiye yetki verilir. Onlar o yörenin yolcularını taşırlar. Yolcu sayısı çoğaldığında oraya da otobüs vs konulur. Belki ilk başlarda Yalova’da yolcu sayısı azdı. Minibüsler çözüm olarak düşünülmüş. Ancak... Bir an önce minibüsler kaldırılıp gerçek toplu ulaşım araçları kullanılmaya başlamazsa İstanbul gibi içinden çıkılmaz bir sorun haline gelirler. Bugün sayıları az iken 3-5 minibüsün birleşip otobüs almasıyla bu konu bitirilmiş olabilir.

Pekiyi Yalova’da toplu ulaşım nasıl olmalıdır? Ben yıllar önce yazdığım bir yazıda Yalova’ya tramvay önermiştim. Özellikle köylere çalıştığında insanlarla birlikte her çeşit kaba eşyayı hatta tavuk, koyun gibi ufak tefek hayvanları bile taşımak mümkün olabilir. Kafa yorarak oluşturulan güzergâhlarla birden fazla köyü içine alan ray hatları organize edilebilir. Dolayısıyla ulaşımın yanında önemli bir yakıt tasarrufu da sağlanır. Üstelik trafik te rahatlar. Tabii otobüs de çalıştırılmalıdır. Bazı hatlarda ikisi, bazı hatlarda sadece biri çalışarak Yalova’nın ulaşım sorunu kökünden halledilir.

Otopark sorununa gelirsek... Öncelikle inşaat yönetmeliğindeki her binanın altına yapılan otoparklara değineyim. Yetkili kişiler bir gece sokakları dolaşsın. Her tarafın araba dolu olduğunu göreceklerdir. Bir de binaların otopark olarak ruhsatlandırılan bodrum katlarına girilsin. Araba göremeyeceklerdir. Veya araştırma yapılsın. Apartman sakinlerine arabalarını bodrum kata mı, sokağa mı bıraktıkları sorulsun. Neredeyse tamamına yakını ‘sokağa’ diyecektir. Otopark yönetmeliği 1977’de çıkarıldı. İstanbul’da ilk uygulayan serbest çalışan mimarlardanım. Bina altına sığdırılamayan otoparklar için Otopark Parası yatırılıyordu. O paralarla mahalle veya sokaklara kat otoparkları yapılacaktı. Ufak değişiklikler olsa da bugün de öyle. Pekiyi de yapılan bir şey var mı? Yok. O zaman uygulamadan kaldırılsın. Aslında bu konuda çeşitli uygulamalar yapıldı ve yapılmakta ama onlar bu yazının konusu değil.

Buraya kadar yazdıklarım her yerdeki uygulama. Gelelim Yalova’ya… Yalova bu konuda da daha işin başındadır. Merkezde bile pek sorun yok henüz. Ama olacaktır. Sokak veya mahalleler için onlara ait yer altına veya yer üstüne kat otoparkları yapılmalı ve her dairenin orada hakkı olmalıdır. Bu yapılar inşa edildikten sonra parası mahalleliden tapu alımında veya belediyede ruhsat alımında alınır. Dolayısıyla sokaklar boşalır. Otoparklar gündüz boşalacaktır. O saatlerde de geçici kullananlar yararlandırılabilir. Bedava veya cüzi bir ücretle…

En tenha Saatte En Tenha Semtte Sokaklarda Park Etmiş Arabalar.

Yalova’da başka sorunlar da vardır. Örneğin OSB’LER, Hastane çevresi gibi.

OSB’ler. Yalova’ya getirilmelerini çok eleştirmiştim ve yazmıştım da… Bir haber okudum yerel medyada. Oralarda çalışanlar genellikle bekâr işçilermiş. Gemi tersaneleri tarafındaki yerleşimlerdeki rahat yaşamlarından dolayı yerli aileler rahatsız oluyorlarmış. Ben OSB’lerdeki işçilerin çoğaldıkça Gacık Köyü ve çevresindeki orman alanlarının gecekondularla dolacağını yazmıştım. Bana denmişti ki ‘gemi tersanelerindeki işçiler Eskihisar’dan vapurla gelip gidiyorlar’. Yani burada yaşamıyorlarmış. ‘O geçicidir’ demiştim. Okuduğum haber yavaş yavaş bu tarafta yerleşmeye başladıklarını gösteriyor. Oradaki, ormanlık alan bir gün gecekondu mahallesi olursa beni anımsasın herkes. Demek ki buralarda Yalovalılar değil dışarıdan gelenler istihdam bulacak, üstelik yapılaşmada ve yaşamda sorunlara sebep olacaklar.

Yeni Hastane… Binaların oturduğu yer sorunsuz. Onu yazayım da insanlarda tedirginlik olmasın. Sorun şu... Gördüğüm kadarıyla Yalova’daki bazı inşaatçılar hafriyat toprağını döküm yerine götürmektense çevreye yığmayı tercih ediyorlar. Burada da öyle olmuş. Önce arka tarafındaki duvarlarının önüne yığılan topraklar alttaki yola kaydı. Olacağını inşaat yapılırken yazmıştım. Orayı temizlediler, toprağı taşıdılar. Sorun yok gibi… Sonra da giriş tarafındaki yol kaydı. Çünkü onun altındaki toprak ta sonradan yığılmıştı. Gidip incelemedim. Ama çalışma yapıldığını görüyorum uzaktan. Ne yapıldığını bilemiyorum. Eğimli destek yapılmalı. Alttaki arazi kamununsa sorun olmaz. Sorun olacaksa önce yolun altına yatay betonarme dübeller sokulup dışına da düşey beton kazıklar çakılmalı. Ebatlar hesapla ortaya çıkarılır. 

 2021. Hastanenin Arkası. Burası Temizlendi ve Yol Açıldı.

Hastanenin arkasındaki meslek okulu… Orası için de yazdıklarım tek tek gerçek oluyor. Kısa, orta ve uzun vadede olacak olanlar diye yazmıştım.

İsteyenler Atılgan Blog ile Kent Ve İnsan bloglarımda arama motoruna konuyu yazarak merak ettiklerini bulabilirler.

Sevgili Yalovalılar, ben felaket tellalı değilim. Gerçekçiyim. Yıllar önce Yalova’nın girişindeki fabrikayı tek istemeyen bendim. İnsanımıza istihdam sağlıyor demişlerdi. Köylüler orada işe girince köylerine kadar servis aracı geliyordu. Ama tarım-hayvancılıkla uğraşan kalmamıştı.  Dün amonyak deposu yanmış. Bunun ne demek olduğunu araştırsın herkes.

Yalova’da henüz geç kalınmış değildir. Ama gerekli önlemler alınmazsa geriye dönüp baştan yapmak zor ve masraflı, belki de imkânsız olacaktır.

ARİF ATILGAN 2024 EKİM

https://atilganblog.blogspot.com/2024/10/yazs-yalovada-sorunlar-internet.html

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/yalova-da-sorunlar

 


10 Ekim 2024 Perşembe

 İstanbul İskeleleri

ARNAVUTKÖY İSKELESİ

Arnavutköy… Akıntı Burnu ile Sarraf Burnu arasında... Boğazda bir köy aslında... Diğerleri gibi. Şimdi hepsi mahalle olmuş. Burası da Beşiktaş ilçesine bağlı bir muhtarlık... Arnavutköy Mahallesi.

1851 yılında Arnavutköy’e ilk iskele Karakolhane’nin alt tarafındaki çöplüğe yapılmış. Yalıların arasına…

1890 yılında tamirat geçirmiş. Çinkoları değiştirilmiş.

1894 yılında kadınlar için özel kafesli bölme yapılmış.

1910 yılında iskeleye telefon konmuş.

Kazıklı Yoldan Önce Arnavutköy İskelesi ve Sarayburnu Vapuru.

1980’li yıllarda yalıların arkasındaki yol yetersiz kalmış. Bunun üzerine önlerindeki denize Kazıklı Yol adı ile bilinen yol yapılmış.

Kazıklı Yoldan Sonra Arnavutköy İskelesi

06/07/1988 tarihinde iskele Kazıklı Yolun önüne alınmış ve bugünkü hali ortaya çıkmış. İskelenin tamamı 285m2, yolculara ait alanı 189.17m2, kapalı alanı 49.72m2’dir. Gemilerin yanaşma yeri uzunluğu 17.50m, su derinliği 5.25m, denizden yüksekliği 1.20m’dir. Buraya yanaşabilecek en büyük gemi tonajı 747.36 grostondur. Galata Köprüsünden 4.6 mil mesafede olup vapurlar bu mesafeyi 22 dakikada alırlar. İskele kısmen poyraz alır. Ancak gündoğusu rüzgârlarına açıktır. Bu sebeple birkaç yangın tehlikesi atlatmıştır.

Akıntı Burnu ile Sarraf Burnu Arasındaki İskele.

İlk çağlarda Hestiai, 4. Yüzyılda Promotu, 6. Yüzyılda Anaplus denmiş buralara. Bizans İmparatoru 2. Konstantin’in (337-361) baş melek Mikhael adına yaptırdığı kilise 6. Yüzyılda harap olmuş ve İmparator 1. Jüstinyen (527-565) tarafından yenilenmiş. Adına Vicus Kichaelicus denmiş.

1204-1261 yılları arasındaki Latin işgali öncesinde Bizanslılar bütün kıymetli eşyalarını bu kiliseye saklamışlar. Ancak Latinler orayı da tarumar etmişler.

O kilise günümüze gelememiş. Ancak yerinde Tahsiarhis Rum Kilisesi (1899) vardır. Ayrıca Teşvikiye Camii (1838), Arnavutköy Karakolu (1843), Robert Koleji (1863) diğer önemli tarihi binalardır. 1971 yılında da eski Londra Sefiri Musoruos Paşanın yalısına ve arazisine Amerikan Kız Koleji gelmiştir.

Arnavutköy tepelerinde Aya Teodora adında bir kilise daha varmış. Vücutsuzlar diye de anılan bu yapıdan geriye kalan ayazması 1990’larda restoran olarak kullanılmakta imiş. Belki hala öyledir.

1990’lardı sanırım. Tepelerde bir evin yıkılıp kat karşılığı inşaat yapılması için gitmiştim. Çevre ahşap binalarla doluydu. Orası da ahşaptı. Dedim ki ‘Önce bir araştırın. Burası ‘korunması gereken tescilli tarihi eser’ çıkacaktır. O zaman yıktırmazlar. Restore ettirirler.’ Meğer beni götürenler evin yıkılmasını istemeyen ortaklardanmış. Çok sevinmişlerdi.  

İstanbul’un fethinden sonra Arnavut vatandaşların buraya yerleşmesinden dolayı adı Arnavutköy olmuş. Ancak sonraki yıllarda Rum, Ermeni, Musevi ve Türk vatandaşlarımız burada ağırlıklı olmuşlardır. Buna karşın Arnavutlar azalmış, giderek yok olmuşlardır.

ARİF ATILGAN 2024 EKİM

https://atilganblog.blogspot.com/2024/10/iskeleleri-arnavutkoy-iskelesi.html

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/arnavutk%C3%B6y-i-skelesi

  

 


28 Eylül 2024 Cumartesi

 İstanbul İskeleleri

ANADOLU KAVAĞI İSKELESİ

Kavak ne demek? ile başlayalım. Çeşitli tarifler vardır ama doğrusu sınır, gümrük kapısı demektir… Anadolu Kavağı’ndaki Yoroz Kalesi ile boğazın karşı kıyısındaki Rumeli Kavağı’ndaki İmroz kaleleri eski tarihlerde boğazı beklemiştir. Yoroz Kalesi için Ceneviz Kalesi denir ama aslında Bizans yapısıdır… Diğer yandan Midillili Ali Reis Camisi (1593) ve Cevriye Hanım Çeşmesi de denilen Anadolu Kavağı İskele Çeşmesi (1785) göze çarpan eski eserlerdendir...  

1854 yılından beri Şirket-i Hayriye vapurları boğazda çalışmış olup Anadolu Kavağı da bu şirketin iskelelerinden biridir. Anadolu yakasının boğazdaki son durağıdır. Beykoz ilçesine bağlı bir mahalledir.

1946 yılına kadar Anadolu Kavağı askeri bölgede kalıyormuş. Doğal olarak yasak bölgeymiş. Giriş sadece vapur iskelesinden olup iskelede yapılan kontrolde Gayri Müslimler içeri sokulmazmış. Karadeniz’e açılacak tekneler hava kötü olduğunda burada beklerlermiş. Dolayısıyla bu küçük köyde dükkânlar sabaha kadar açık olurmuş.

1987 yılında yıpranmış olan eski ahşap iskelenin yerine beton kazıklara oturan betonarme yapı yapılmış. Binanın üzeri ahşap kaplanmış. Vapurun yanaştığı açık iskelenin cephesi 21m, alanı 440m2, kapalı iskele 125m2, iskelenin sudan yüksekliği 1.3m, önünün derinliği 5.5m’dir.

Anadolu Kavağı İskelesi

Bu şirin boğaz köyü günümüzde turizm ile meşguldür. İnsanlar çarşıyı, eski eser yapıları, köyün kendisini gezmekte ve başta balık lokantaları olmak üzere çeşitli yeme-içmecilerde zaman geçirmektedirler.  

Ben bu şirin yere 1970’li yıllarda ilk gitmiştim. O yıllarda askeri bölge içinden geçiliyordu. Nizamiye kapısından girip yine nizamiye kapısından çıkılıyordu. Özellikle girerken asker nöbetçilere birkaç paket sigara bırakmak adetten olmuştu. Hatta bazen dönüşte bırakma sözü verilir ama o nöbetçi değiştiği için başkasına bırakılırdı sigara paketleri.

Tam tarihini anımsayamıyorum. Sanırım 1990’lı yıllardı… Bu mahalleye askeri bölgenin dışından bir yol yapılmıştı. Oradan ulaşılıyordu artık.  

Biz eski yıllarda balık yiyip içki içmek için giderdik bu güzel yerleşime. Dolayısıyla gündüz saatlerinde tenha olur, hava kararınca kalabalıklaşırdı. Ama artık kahvaltıcıların da olduğunu, dolayısıyla sabah saatlerinden itibaren kalabalıkların ağırlandığını duyuyorum.

Karadan da denizden de ulaşılan Anadolu Kavağı'na bir kere gezi vapuruyla gitmiştim. Herkes kıyıları seyretmek için o taraftaki yerleri kapmıştı. Yani sağ taraftaki yerleri… Dönüş karşı kıyıdan olacağı için yine sağ taraftakiler kazançlı olacaktı. Gerçekten de kıyılardaki yalıları, tesisleri izlemek keyif veriyordu. Ben de o tarafta oturmuştum. Vapur son durak olan Anadolu Kavağı’na gelince orada uzun süre kalıyordu. İnsanlar da karaya çıkıp çevreyi geziyor, bir şeyler yiyor veya alış veriş yapıyordu. Ama tuhaf bir durum olmuştu iskeleye yanaşınca. Manzarası güzel olan tarafta oturanlar vapurdan inmemişlerdi. Yerlerini kaptırmak istemiyorlardı. Nitekim kalkanların yerine de hemen başkaları oturuyordu. Tabii onlar da karaya çıkmıyorlardı. Yani insanlar bir keyif için başka bir keyfi feda etmek durumunda kalıyorlardı. Açıkçası bu durum beni rahatsız etmişti. Bir daha da bu tip geziye katılmadım.    

2002 yılında iskelenin eskiyen ahşap kaplama ve ferforje korkulukları yenilenmişti. Uzun süredir gitmedim buralara. Kalabalıklaşan yerlerden uzaklaşıyorum nedense. Keşfedilmemiş tenha yerleri seviyorum.

ARİF ATILGAN 2024 EYLÜL

Not: İskele ölçüleri google’dan alınmıştır. Kesin değildir..

 https://atilganblog.blogspot.com/2024/09/iskeleleri-anadolu-kavagi-iskelesi.html

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/anadolu-kava%C4%9Fi-i-skelesi

 


22 Eylül 2024 Pazar

 İstanbul İskeleleri

ANADOLUHİSARI İSKELESİ

Çevreye ve iskeleye adını veren Anadoluhisarı’nı Yıldırım Beyazıt 1395 yılında yaptırmıştır. Amacı Bizans’ı yani İstanbul’u fethetmektir. Yapı boğazın en dar noktasına konmuş. Kuşatma esnasında yardıma gelecek gemilerin içeri sokulmaması amaçlanmış. Hisar, Göksu Deresi’nin denize döküldüğü noktada deniz kıyısındadır. Buradaki antik çağdan kalma Zeus Mabedi enkazı üzerine kurulmuş. Sonraki yıllarda derenin getirdiği alüvyonlarla önünde bir kara parçası oluşmuştur.

1453 yılına kadar Güzelcehisar, Yenihisar isimleriyle anılan kale o yıl Fatih Sultan Mehmet’in karşı kıyıya Rumelihisarı’nı yaptırmasıyla Anadoluhisarı olarak anılmaya başlanmış.

1851 yılında ilk iskele kalenin biraz yukarısında Hisarönü denilen noktaya inşa edilmiş.  

1905 yılında eski iskele yıkılıp yenisi yapılmış. Boyama işlerini Hasköy Tersanesi baş nakkaşı Hasan Usta yapmış.

İskelenin açık alanı 211.10m2, kapalı alanı 40.84m2 olup kenardaki açık kısımlarla toplam alanı 273m2’dir.Gemi yanaşma yeri uzunluğu 14.50m, su derinliği 7.15m, iskelenin denizden yüksekliği 1.25m’dir.

1928 yılında Hisarın içinden geçen yol genişletilmiş ve kale ortadan bölünmüştür. Yarısı deniz tarafında yarısı kara tarafındadır artık.

1934 Yılında İskele Önü

1989 yılında iskelenin ahşap ayakları betonarme yapılmış. Yapı ise betonarme üzeri ahşap kaplama olarak yenilenmiş.

Büyütülen iskelenin açık ve kapalı alanı 21/21m ölçülerinde olup toplam 441m2’dir. Kapalı bölümü 136m2’dir.

                                              Anadoluhisarı İskelesi

1965-1966… İTÜ’deki ilk yıllarımda bu havalide rölöve çalışması yapıyorduk. Çalışma alanımız iskelenin tam karşısındaki sokaklar ile kale ve çevresindeydi. Binaların yüksekliğini ölçerken ipe bağlı balon kullanmıştık. Sonraki yıllarda bu usulü başkalarına öğrettiğimde çok şaşırıyorlardı.

Yine o yıllarda Göksu Deresi’nin karşı tarafında Spor Akademisi Sahası vardı. Tamamı çim değildi ama az sayıdaki drenajlı sahalardan biriydi. Okuldaki Talebe Birliği ilan tahtasına bu sahada okul takımı için seçme yapılacağı duyurusu asılmıştı. Gittim tabii…

İlkokul birinci sınıfı okumadığım ve hiç sınıfta kalmadığım için lise sona kadar hep ön sıralarda oturmuştum. Yani okul takımında filan oynayamamıştım. Liseyi bitirirken boyum uzamaya başlamıştı. Üniversiteye girdiğimde bayağı delikanlı görüntüsünde olmuştum. Dolayısıyla okul takımı seçmelerine gidebilirdim.

Katılım fazlaydı. İki takım yapılmış ve maça başlanmıştı. Zaman geçtikçe hoca oyuncu değiştiriyordu. Beni de bir ara oyuna soktular. Aldım, verdim, çalımladım… Sonra beni çıkardılar. Taş çatlasa 5-10 dakika sahadaydım. ‘Seçilenler ilan edilecek’ dediler.

Birkaç gün sonra okulun ilan tahtasına asılan bir kâğıtta seçilenlerin isimleri sıralanmıştı. 65 kişi katılmış. 10 kişi seçmişler. Ben de seçilmişim. Seçilen oyuncular başka bir kulüpte lisanslı ise sadece Üniversite takımına, hiçbir kulüpte lisansı yoksa hem üniversite hem amatör kümedeki İTÜ takımına lisans çıkarılıyordu. Sadece benim lisansım iki takımada çıkarılmış. Yani benim dışımdaki 9 kişi başka kulüplerde lisanslı oyuncuymuş. Daha sonra ilk resmi lig maçıma da o sahada çıkmıştım.

İstanbul’un her semtinde yaşanmışlıklarım vardır. İlk aklıma geleni yazılarımda kullanıyorum. Sadece yazdığımı yaşadığım sanılmasın sakın.  

2006 yılında Anadoluhisarı iskelesinde yenileme çalışması yapılmış ve bugünkü haline getirilmiş. 

İskele köprüye 6.01 mil mesafede olup Denizcilik İşletmeleri vapurları bu mesafeyi 40 dakikada almaktadır.

ARİF ATILGAN 2024 EYLÜL

https://atilganblog.blogspot.com/2024/09/iskeleleri-anadoluhisari-iskelesi.html

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/anadoluhi%CC%87sari-i%CC%87skelesi%CC%87

 

15 Eylül 2024 Pazar

Köşe Yazısı 

Yalova

YEME-İÇMECİLER ve HİJYEN

Bilindiği gibi 2020 yılında tüm dünyada ve ülkemizde covid salgını yaşandı. 2020 Martından 2021 Nisanına kadar sokağa çıkmak yasak edildi. O tarihten itibaren bende yeme-içme konusunda titizlik oluştu. Bu tip yerleri incelemeye başladım. Sonunda tahmin edemeyeceğim bir hijyen yokluğunu tespit ettim. O günlerden bu günlere gördüklerimi biraz anlatayım.

Önce Yalova’dan birkaç örnek vereyim. Çay bahçelerinden birinde bulaşık yıkayan hanımın parmaklarının ucuna kadar tüm vücudunun siğillerle kaplı olduğunu gördüm. Bir başkasında tezgâh üstündeki mini bulaşık makinasına konan bardaklar yıkama süresi dolmadan çıkarılıyordu. Bir kafede de çay dolduran kızımız burnunu karıştırıyordu. Üstelik bu tip yerler tasarruf yapmak için bardakları sıcak suyla çalkalamak âdetini de bıraktılar.

İstanbul’da da çok farklı değildi bu işler. Örneğin şık bir kafeye giriyorsunuz sizin oturacağınız koltukta da masanın üzerinde de kedilerin yattığını görebiliyorsunuz. Bir başkasında içeride köpeklerin yattığını da görebiliyorsunuz. Hayvan sevgisinin bu konuyla ilgisi olamaz. Ünlü bir meyhanede masadan kalkanların tabağında artan humus buzdolabındaki büyük kitlenin içine yediriliyordu. Uzun uzun yazmayayım. Ama ayağını kaşıyanı da, yazamayacağım başka şeyleri de gördüm hep.

Emin olun okuyucuyu etkilemek için abartmadım bunları. Kısa kestim bile diyebilirim.

Bir Çay Bahçesi

Ne yapılmalı?

Öncelikle kesinlikle yeme-içmeci çalışanlarının sertifikalı olmalarının sağlanması gerekir. O sertifikayı alabilmek için de bir kurstan geçirilmelidirler. Ama o kadarla da bırakılmamalıdır. Zaman zaman belediye yetkilileri tarafından haberli-habersiz denetlemeler yapılmalıdır.

İşyerlerine gelirsek… Kesinlikle minimum ölçüler belirlenmelidir. Bu ölçüler kapalı mekânın içinde sağlanmalıdır. Mutfak ve müşterilerin oturduğu kısımlar en az ölçülere uymalıdır. Öyle küçük yerler var ki kapalı kısım mutfak oluyor, dışarı konan masalar müşterilerin ağırlandığı bölüm oluyor. Ölçü içeride karşılanmalıdır. Mutfaktaki minimum araç-gereç belirlenmeli, müşteri kapasitesi belli rakamın üzerinde olanlara sanayi tipi bulaşık makinası zorunluluğu getirilmelidir.   

Bir konu daha vardır ki bunu insanlar anlamaz hisseder. Gitmek istemezsiniz o mekâna veya nesinden rahatsız olduğunuzu anlayamazsınız. Görüntü kirliliğidir adı… Bir yerde olmaması gereken eşya vs nin olmasıdır kısa tarifi… Örneğin kafenin veya restoranın veya çay bahçesinin içinde bir köşede gazoz sandıkları, su kolileri vs nin bulunması. Pis değildir, tiksindirici de değildir yalnız başlarına… Orada olmaları rahatsız edicidir ama. Konukların bulunduğu bölüm depo gibi olmamalıdır. Müşteriler baş tacı edildiklerini hissetmelidir geldikleri yerde. Depoda oturduklarını değil.

Merkezi yöneticiler ama özellikle yerel yöneticiler bu tip konuları dikkate almalıdırlar.      

Eşimle uzun süredir dışarıda pek bir şey içmiyoruz. Evde yapıp termosa koyduğumuz çayı götürüyoruz yanımızda. Katlanan sandalyelerimizle hem daha hoş, doğal bir yerde oturuyoruz, hem halis çay içiyoruz, hem de neredeyse bedavaya içiyoruz. En pahalı marka çayın bir poşeti 1.5 TL ye geliyor. Bir demliğe 2 poşet konuyor ve tam 8 bardak çay oluyor. Yani bir bardağı 37,5 kuruşa geliyor. Elli Kuruş bile değil... Biliyorsunuz dışarıda en ucuz bir bardak çay 20-30TL. Sakın burun kıvırmayın. Eşimle her gün dışarıda ikişerden dört bardak çay içeriz. 80-120TL. Sekiz bardak içsek 160-240TL. Bir de dışarda içilen hiçbir çay evde hazırlananla aynı lezzette olmuyor. Hatta bazı yerlerde kırmızı sıcak su içtiğinizin farkına varıyorsunuz.

Bu hesaplara girince yeme-içmecilerdeki kar oranını da düşünmeden edemiyor insan. Oralarda daha ucuz olan paket çayın kullanıldığını düşünürsek bir bardak çayın 10-20 kuruşa mal olduğu ortaya çıkmaktadır. Tabii ki giderler vardır ama kazanç yüzdesini lütfen hesaplayın. En düşük 2000 kuruşa (20TL) satılıyor.

Çay bahçesini kamu kurumundan kirala. Yukarıda hesaplanan yüksek kârla çalıştır. Bıkınca da hava parasıyla devret… Öffff. Yine solculuğum tuttu… Konumuz hijyen idi…

ARİF ATILGAN 2024 EYLÜL

 

 https://atilganblog.blogspot.com/2024/09/kose-yazs-yalova-yeme-icmeciler-ve.html

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/yeme-i%CC%87%C3%A7meci%CC%87ler-ve-hi%CC%87jyen