25 Ekim 2025 Cumartesi

 Öykü-Anı

TATVAN’DA İŞLETME OTELİ

Okuyucularımın mırıldanmasını duyar gibiyim. Yeldeğirmeni’ni bitirdin, yetmedi Kadıköy’ü bitirdin hatta İstanbul’u, Yalova’yı…. Şimdi yurdun en doğusuna mı uzanıyorsun? Tatvan nereden çıktı? Haklısınız ama yine de okuyun lütfen. Geçtiğimiz günlerde sosyal medyada bu otel ile ilgili bir paylaşıma yorum yazdım. Çok fazla ‘Beğen’ tıklandı. O zaman da yazmam farz oldu diye düşündüm.

Yıl 1972… Diyarbakır 2. Taktik Hava Kuvvetleri İnşaat Müdürlüğü’nde mimar olarak yedek subaylık yapıyorum. Çok sayıda arkadaş, dost edinmiştim. Sivil, asker… Biri de Sağlık Amirliğinde yedek subaylık yapan eczacı Ömer isimli arkadaşım. Kendisi eczaneden sorumlu tek kişiydi.  

Bahar aylarından birindeyiz... Ömer ‘Hafta sonu Tatvan, Van gezisine ne dersin?’ dedi. Gezmeyi severim. Sevdiğimi de gizlemem doğrusu. ‘Olur’ dedim. Onun sorumluluğundaki Sağlık Amirliği eczanesine gelen Deva ilaç şirketinin reprazenteri (ilaç plasiyeri-pazarlamacısı) ‘Yarın Tatvan ve Van’a gideceğim’ deyince Ömer beni de kast ederek ‘Biz de gelebilir miyiz? Rahatsızlık vermeyiz. Masrafımızı karşılarız.’ Demiş. Sağolsun, kabul etmiş o arkadaş ta. O yıllarda onların altında şirket arabası var. Anadol’du sanırım.

Ertesi gün sabah erkenden Nizamiye kapısından bizi aldı. Yola koyulduk. O arkadaşın adını anımsayamıyorum. Beni affetsin. Yolda çevreyle ilgili bilgi de veriyordu. Güzel sohbetler yapıyoruz. Silvan’a uğradık. Ardından Bitlis’e ve sonunda Tatvan’a geldik. Konumuz olmadığı için Bitlis’in il olup Tatvan’ın oraya bağlı İlçe olmasına şaşırdığımı anlatmıyorum. Bitlis’in içinden geçip çıktığımızda Bitlis’i görmedik sanki. Neyse…

Tatvan’a geldiğimizde ilçeyi çok beğenmiştim. Göl kıyısında (Van Gölü’nün deniz gibi olduğunu düşünürsek deniz kıyısında da diyebiliriz.) yeşil, düzenli, temiz, insana ferahlık duygusu veren bir yerleşimdi. Ülkemizin neredeyse en doğu ucunda olduğumuzu hissettirmiyordu. Otelimize gelince daha da şaşırmıştım. İki katlı, taşıyıcı sistemi yığma taş olan hoş bir binaydı. Burası İşletme Oteli diye biliniyordu.

Kısa öyküsü şöyle… Denizcilik Bankası 1945 yılında Tatvan’a Fethi Algon isimli memurunu göndermiş. Burada tersane kurularak öncelikle Tatvan-Van arasında gemi seferleri yapılmasını istemiş. Ayrıca Van, Tatvan, Ahlat, Erciş ve Gevaş’a  iskeleler de yapılmış. Siirt Kurtalan’a gelen insanlar karadan Tatvan’a gelip gemiye bineceklerdir. Ancak trenin gecikmesi durumunda gemiyi kaçıran yolcular zor durumda kalmaktadır. Fethi Bey Denizcilik Bankası’na durumu bildirir ve buraya otel gerektiğini belirtir. 1947 yılında başlayan çalışma sonucu 1950 yılında otel bitirilir. Adı Denizcilik Bankası İşletme Otelidir. İstanbul ve Yalova’dan şefler, aşçılar, müdürler getirilir, personel eğitilir. Sonunda doğu ilçelerimizden birinde dört yıldızlı bir otel hizmete başlatılmış olur.

Otelin İlk Zamanlarından Bir Görüntü

İşte biz bu otele gelmiştik. Alt Katta binanın ortasından girişi ve girişin yanında restoranı vardı. Üst katta ise odalar... Oda çok şaşırtmıştı beni. Açık söyleyeyim daha sonraki yaşamımda her yıldızdaki otellerde kaldım. Emin olun yaşamım boyunca bana en lüksü yaşatan bu oteldeki odadır. Pirinç başlıkları olan yataktan göl görünüyordu. Öyle kabarık yatakları ancak Topkapı Sarayında görmüştüm diyebilirim. Akşam yemek için alt kattaki restorana indik. Açık söyleyeyim gerek yiyecekler gerek servis mükemmeldi. İçerisi çok kalabalıktı. Gelenlerin çoğu doğunun hayvan, et, süt, peynir tüccarlarıydı. İçerde oturmuştuk. Bahardı sanırım. Akşam dışarısı serindi çünkü. Salon doluydu ve herkes rakı içiyordu. Biz de… Biraz gürültülüydü. Çıkarken ‘Bir yaz mevsiminde bahçede akşam yemeği yemeye gelirim umarım.’ demiştim içimden. Akşam odamıza çıkarken sabah erken uyandıracaklarını, buradaki kahvaltıda gölün karşı kıyısından güneşin doğuşunun seyredilmesinin ve tabii o güneşe benzeyen rafadan yumurta yenmesinin önemli olduğunu söylediler. Bu tip adetleri severim. Zira oraya aittir, orayı yaşatacaktır ve bir daha oraya gitmeniz mümkün olmayabilir. Sabah gün doğmadan kalktık, bahçedeki masamıza oturduk, nefis kahvaltı çeşitleriyle gelen rafadan yumurtamızın kabuğunu çatlatırken karşı kıyıdan doğan koca bir yumurta sarısı benzeri güneşi seyretmenin doyumsuz keyfini anlatmam mümkün değildir. O Tatvan, o göl ve o otel hafızamda yer etmiştir tüm güzelliğiyle.

Ertesi gün Van’a gidip dönmüştük. Van da doğunun gerçek Paris’i olarak yer etmişti hafızamda. Çok moderndi. Sokakları, düzgün binaları, temiz caddeleri... Bir de heryerde ‘Vanlıyam, Şanlıyam, Kılıcı Kanlıyam’ türküsü çalıyordu o yıllarda. Göl de, sodalı suyundan dolayı çevresindeki çakıl, kum, kayalar da tertemizdi. Demiştim ki tüm samimiyetimle ‘İnsanlar tatile buralara gelmeliler.’  

2011 yılında o bölgeye tekrar gitme şansım olmuştu. Bitlis yeni binalarla büyümüş. Bence yenileri temizleyip eski Bitlis’i ortaya çıkarsalar o bölgeye yeni bir Mardin kazandırılmış olur. Van çok kötü gelişmiş. Eski gidişimdeki güzel duyguları uyandırmadı hiç. Ayrıca göl kıyıları sinek, çöp içindeydi. Gelelim Tatvan’a ve İşletme Oteli’ne. Orası da tam bir hayal kırıklığıydı. Yıllar önce adeta Ege kıyılarındaki tatil kasabasını anımsatan güzel yerleşim çok kötü bir hale girmişti. Ben hemen İşletme Otelini soruşturdum insanlara. Kimse bilmiyordu. Sonunda duygularımla buldum onu. Harabe halindeydi. 1999 yılında kapanmış. Çok üzüldüm. Hüzünle yıllar önceki anılarımı aklıma getirdim.

2011 Yılında Çektiğim Fotoğraf. Otel Girişi Solda Binanın Ortasından.

Bugün 2025 yılındayız. Oralarla ilgili okuduklarım 2011 yılından sonra çevrenin olumlu anlamda çok değiştiğini ve geliştiğini göstermektedir. En önemlisi İşletme Oteli restore edilip yenilenmiş ve 2017 yılında açılışı yapılmış. İnanın çok sevindim.

Tatvan İşletme Oteli Günümüzdeki Haliyle.

Bu yazıyı hazırlarken İşletme Oteli’nin geçmişini araştırdım doğal olarak. Merakım şuydu. Hizmete girdiği günden beri bu kadar lüks bir otel sadece vapuru kaçıran vatandaşlara mı hizmet etmişti? Değilmiş… Öğrendim ki açılışından itibaren çok sayıda yerli-yabancı devlet büyüğü, sanatçı ve ünlü insan konuk edilmiş burada. Eh… Bir de ben kalmıştım. Biline…

ARİF ATILGAN 2025 EKİM       

 https://atilganblog.blogspot.com/2025/10/tatvanda-isletme-oteli-okuyucularmn.html

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/tatvan-da-i%CC%87%C5%9Fletme-oteli%CC%87

 

 

 

 

 


16 Ekim 2025 Perşembe

 İskeleler

TARABYA İSKELESİ

Tarabya, İstanbul Boğazı’nın Avrupa Yakasında, Sarıyer ilçesinin bir mahallesidir. Yeniköy ve Kireçburnu Mahalleleri arasında yer alır. Nüfusu 17852’dir. Tarabya İskelesi ise adını mahallesinden almıştır.  

Tarabya İskelesi

Büyük Türk lügati Kamus-ül Alam’ ın yazdığına göre Argonotlar Karadeniz sahillerinde Altın Postu aramaya giderler. Dönerken Tarabya’ da mola verirler. Onların bu seferini her sene temsili olarak Yunanlılar da yaparmış.

Antik çağlarda buranın adı Pharmakia imiş. Zehir anlamında Pharmakon’dan gelen bu isim Konstantinopolis Patriği Attikos’u rahatsız etmiş. Pharmakia’yı  Therapeia (Terapi-Şifa) olarak değiştirmiş. Bölge 1453 yılında Osmanlı’nın eline geçer. 1570’lerde Osmanlı Padişahı 2. Selim burayı çok beğenir ve adını Tarabya koyar.                                                                              

Alman (1887-1900) ve İtalyan (1905-1906) sefaret yazlıkları, 1985 yılından beri Cumhurbaşkanlığı Köşkü olarak kullanılan Huber Köşkü (1900), Aya Paraskevi Kilisesi (1860), Ayios Konstantinos ve Ayia Eleni Kilisesi (1873), Surp Andon Ermeni Kilisesi (1871), ayazmalar, çeşmeler, parklar Tarabya’daki tarihi yapılardır.

1800’lü yıllarda iki oteli vardır. Sümer Palas ve Petala Otelleri. Sümer Palas 1890’larda inşa edilmiş. Ancak 1940’larda kapanmış. 1950’de yıkılarak yerine Sümer Sitesi apartmanları yapılmış.

Tarabya Koyu. Üstte Otel, Koyun Alt Ağzında Plaj, Altta Sümer Sitesi

Petala Oteli’nin hikayesini çevresiyle ele alalım… Terkos Metropoliti bu havalideki Rum Ortodoksların bağlı olduğu din adamıdır. Sahip olduğu makamın adı Metropolitlik. Metropolitlik binası 1772 yılında Terkos’tan Tarabya’ya taşınmış. Yanına da 1796 yılında Ayios Yergios Kilisesi yapılmış. Petala Oteli Kırım Savaşı sırasında 1850’lerde inşa edilmiş. Metropolitlik Petala Oteli’nin arkasında, kilise de onun arkasında yer alıyormuş. 1909’da Petala Oteli’nin yerine mimar Vallaury’nin eseri olan Tokatlıyan Oteli inşa edilmiş. 1940’larda Tokatlıyan Oteli Konak Otel olmuş. Konak Otel 1954 yılında yanmış. 1955  yılındaki 6-7 Eylül olaylarında Metropolitlik binası da yanmış. 1958 yılında Kilise istimlak edilerek yıkılmış. Bu son iki olayda siyasi bir şeyler olmuş ama bunlar bizim alanımızın dışında.

Soldan Sağa Kilise, Metropolitlik ve Otel.

1957-1966 yılları arasında tüm bu arazileri satın alan Emekli Sandığı mimar Kadri Eroğan’ın eseri olan Büyük Tarabya Otelini inşa etmiş.

Otel İnşaatı Sırasında Ayios Yergios Kilisesi Henüz Yıkılmamış.

20. Yüzyılın ortalarına kadar burası Rum köyüdür. 1950’li yıllardan sonra Türkler ve Ermeniler de yaşamaya başlamıştır.

Tarabya İskelesi…

İskeleler Şirket-i Hayriye’nin kuruluşu olan 1850’li yıllarda yapılmış. Ancak Tarabya iskelesinin 1800’lü yılların sonlarında yapıldığı bilgisini edinebildim.

1908’de henüz resmen açılmamış olan Tokatlıyan Oteli'nin altındaki iki dükkan kiralanır. Birinci ve İkinci Mevki yolcuları için Bekleme Salonu yapılır.

1911 yılında kıyıdaki iskele yıkılır ve yeni iskele inşa edilir.

İskelenin tüm alanı 202.80 m2 olup 132.20 m2 si yolculara ayrılmıştır. 47.88 m2 si ise büro olarak kullanılmaktadır. Yanaşma yeri uzunluğu 16.90 metre, su derinliği 4 metre, denizden yüksekliği 1.40 metredir. Tarabya, Galata Köprüsü’ne 9.65 Deniz Mili (17.87km) mesafede olup vapurlar bu mesafeyi 47 dakikada alırlar.

1960’lı yıllarda kara taşıtlarının artması, vapur yolcularınınsa azalması dolayısıyla  ahşap yapıda olan iskele kapatılmıştır. Boş bina Tarabya Oteli konuklarının plajı gibi kullanılmaya başlanır.

İskele Plaj Gibi Kullanılıyor.

1980’li yıllarda iskele yıkılır. Bugün onun bulunduğu yerde Tarabya İskelesi otobüs durağı bulunmaktadır.

Tarabya İskelesi Otobüs Durağı

2012 yılından beri Tarabya Koyu marina olarak kullanılmaktadır. Koyun Marmara denizi tarafında Tarabya Plajı bulunur. Plajın geçmişi yüzyılı aşar aslında ama ben 1950’li yıllardan beri bilirim.

Tarabya koyunu gezmek bana çok keyif vermiştir hep. Marina olmadan önceki doğal halini daha çok severdim tabii ki. Kara tarafına giren sokaklardaki esnafların sıcaklığı oradaki mahalleyi hissettirirdi. 1970’li yıllarda koydaki restoranların yolun karşısındaki deniz kıyısında da masaları vardı. Sakin ve keyifli yemek yenilirdi. 1980’lerde restoranların yerine tavernalar oluştu. Çok renkli bir dönemdi. Oralardan bir çok sanatçı da yetişti. Ama ben o tip mekanları pek sevmezdim. Hiç gitmedim.

Buna karşın uzun yıllar Tarabya Oteli’nin lobisini kullanmışımdır. Herkes pek bilmez. Lüks otellerin lobilerinde saat  15’te başlayan 18’e kadar devam eden ‘Beş Çayı’ programı olurdu. Çay ve yiyecekler ortalıkta dolaştırılan servis arabası ile ikram edilir, kahve ve meşrubat ise siparişle...  Bir de piyano ile klasik müzik tabii. Arada popüler parçalar da olurdu. Otelin önüne arabayı park edebiliyorsun. Giriş kattaki lobide otururken hem denizi hem boğazın karşı kıyısını hem de otelin önünden geçenleri izleyebiliyorsun. Ve de sandalyede değil rahat koltuk-kanepelerde oturuyorsun. Daha ne olsun? Evlenmeden önce eşimle. Evlendikten sonra eşim ve oğlumla.  Çoğu cumartesi günü giderdim buralara. Buralara diyorum. Çünkü İstanbul’daki tüm beş ve üzeri yıldızlı lüks otellerin lobilerinde olurdu bu program. Sanırım bugünkü Köy Kahvaltısı modasının temeli atılmış o yıllarda. Köy kahvaltısını hiç yemedim ve öyle mekanlara hiç gitmedim. Tıklım tıkış yerleri sevmem.

Eklemeden bitirmeyeyim. Bir de düğüne gitmişliğim vardır bu otelde. Eşimle evlenmemiştik daha. Müstakbel kayınpederimin düğünüydü. 

Sözün kısası… Tarabya hep güzel duygular bırakmıştır bende. Keşke iskelesi yıkılmamış ve çalışıyor durumda olsaydı.

ARİF ATILGAN EKİM 2025

https://atilganblog.blogspot.com/2025/10/tarabya-iskelesi-tarabya-istanbul.html

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/tarabya-i-skelesi

 


30 Eylül 2025 Salı

 Köşe Yazısı

YAŞLILAR

Yanlış bir başlık aslında ama ilgiyi çekmek için böyle yazdım. Yaşı büyük olup küçük olanlardan çok daha aktif olanlar vardır çünkü. Konumuza gelelim…

Yaz boyunca eşimle Yalova’da öğleye kadar denize girdik. Çıkınca da sahildeki ağaçların altında evden getirdiğimiz nevale ile kahvaltı yaptık. Kahavaltımızı bitirip termostaki çay ile keyif yapmaya başladığımız saatte hemen yakınımıza 5-10 kadın gelip oturuyordu. Yaşları 75-96 arasında. Bazısı başörtülü bazısı değil. Onlar da bizim gibi portatif sandalye sehpalarıyla geliyorlar. Hepsi son derece akıllı, kültürlü, bilgili kısacası ermiş mertebesinde hanımefendiler. Zamanla sohbetlerine katıldık, sohbetimize katıldılar ve özetle arkadaş olduk. Sohbetlerimizde anladım ki toplumumuzda yaş almış insanların iyi niyetle yaptığı önemli bir hata var. Onu vurgulamak istiyorum.

Sohbet Saati

Küçük tanıtımlar yapayım…

Birisinin kocası yeni rahmetli oldu. Yaşarken emlaklarını çocuklarına dağıtmış. Annelerine sahip çıkarlar diye herhalde. Hanımefendi kızının yanında oturuyor. Ama en azından psikolojik olarak rahat değil. Maaşı var ama düşük. Ya ‘Git’ derlerse…

Diğeri yıllar önce evlenmiş Çocukları olduktan sonra kocasının kötü alışkanlıklarından bıkmış. Daha doğrusu çocukları adına korkmuş. Boşanmış ve çocuklarıyla Almanya’ya gitmiş. Bir fabrikada çalışmış. Öyle ki çalışkanlığından dolayı ödüller almış. Sonuçta çocuklarını okutmuş ve halk tabiriyle adam etmiş. Herbirinin düzgün işleri, geliri ve yaşamı varmış artık. Kendisi de emekli olup Yalova’ya yerleşmiş. Hem Almanya’dan hem Türkiye’den emekli maaşı alıyormuş. Yani hepsinin durumu iyi. Ancak çocuklar devamlı ona misafir olarak geliyorlarmış. ‘Başımın üstünde yerleri var’ diyor hanımefendi. Ama hiç para harcamıyorlarmış. Yine önemsemiyor ama ağırına gittiği anlaşılıyor. Hadi onu kabul ediyor. Bütün ağırlama işlerini de kendisi yapıyormuş. Yemek-temizlik-hizmet vs anlamında. O da kabul. Bir de arada uçakla en lüks tatil yerlerine götürüyormuş. Uzatmayayım. Bu hanımefendi 96 yaşında ve yürüteç kullanıyor. Üstelik diğerlerinden duyduğuma göre asansörsüz bir binada oturuyormuş.

Bir başkası 1980’li yıllarda Yalova’ya binbaşı rütbeli kocasının tayini ile gelmiş. Sanırım jandarma olan kocası bir olayda şehit olmuş. Hanımefendi artık Yalovalıdır. Kızlarının birinin kocası da emekli orgeneralmiş. Asker bir aile yani. Diğer kızının kocası ölmüş. 60’lı yaşlardaki oğlu ise boşanmış ve annesiyle aynı evde oturuyor. Özbekistanlı bir hanım yardımcısı var. O da çok iyi. Ana-kız gibiler. Hanımefendi evini yanında yaşayan oğluna vermiş. Maaşı var ama evi yok. Belli etmiyor ama huzuru olduğunu sanmıyorum.

Bir diğeri belli ki zengin. İstanbul’da villada oturuyorlar. Hanımefendi Yalova’yı ve arkadaşlarını çok seviyor. Bir apartman dairesini kendine yazlık yapmış. Orada oturuyor. Kocası Yalova deprem bölgesi diye düşünüyor, gelmiyormuş. Bir oğlu Yalova’nın bir köyünde çiftlik yapmış. Orada bir köylü aile oturuyormuş ve her işe bakıyorlarmış. Arada bunlar da gidiyormuş. Kızları, torunu evlenmiş boşanmış vs. Onlar konumuz dışında. Allah bozmasın diyoruz da ‘yine de herşeyi çocukların üzerine vermeyin’ diye aklımızan geçiriyoruz. Şu anda mal ve mülkler kendi üzerlerinde de…

Fazla uzatıp baş ağrıtmayayım. Diğerlerinin de öyküleri üç aşağı beş yukarı aynı.

1980’li yıllarda inşaat yaparken aynı zamanda kalfam da olan ortağım anlatmıştı. Kartal’da tanıdığı bir karı-koca yanlarına oğlu ve ailesini de almış. Sonra da evi çocuğunun üzerine yapmış. Bir süre sonra oğlu ‘Siz daha ne kadar bizim yanımızda oturacaksınız?’ diye sormuş.

2010’lardı… Yalova’dan Pendik’e geliyorum. Vapurda karşımda oturan karı-kocaya istemeden kulak misafiri oluyorum. Berbat bir sohbet ama ne yazık ki gerçek. Kadın diyor ki ‘Evi benim üstüme yap. Sen ölünce çocuklar beni oturtmazlar’. Adam da ‘Ya sen önce ölürsen’ diyor.

O yıllarda bir tatil seyahatinde tanıştığımız bir hanım kocası ölünce kızlarının evi sattığını kendisinin yazlıkta oturduğunu, iyi ki orasının olduğunu anlatmıştı. Yani kız çocuk erkek çocuk fark etmiyor.

Örnekler bitmez. Ama bu bir sorundur. Hem de çok önemli bir sorundur.

Ey Yetkililer. Yasaları zamana uygun hale getirmelisiniz. Eskiden Büyük Aile tipi yaşam varken bu yasalar uygundu. Yani bir evde Dede-Babaanne veya Anneanne ile oturuluyordu. Gelin-damat, çocuklar, torunlar… Ama o yıllarda fiziken en zayıf olmasına rağmen en yaşlının sözü geçiyordu. Ona saygı ve sevgi vardı. Şimdi Çekirdek Aile var. Karı-Koca ve çocuk. Bazen çocuk ta yok. Anneanne-babaanne-dede yok. Yaşlılar kendi başlarına bırakıldılar. Yalnız yaşıyorlar.

Miras hukukunda değişiklikler yapılmalıdır. Günümüzün şartları dikkate alınmalı. Geriye kalan eş ölenin maaşının tamamını almalıdır. Ayrıca oturulan ev ona verilmelidir veya ömür boyu oturma-kullanma hakkı sağlanmalıdır. Yani intifa hakkı prosedüre gerek olmadan otomatik yürürlüğe girmelidir. Diğer yandan yaşlılar için huzurevleri çoğaltılmalıdır.

Yaş almışlara önerim. Malınıza mülkünüze sahip çıkın. Yetkililere önerim. Yaşlılara göre yasalar ve düzenlemeler yapın.

Biraz da içimi dökeyim... Bazı kadınlar çeşitli STK’larda kadınları koruduklarını söylüyorlar. Yukarıdaki örneklerden haberleri var mıdır acaba?  Mağdur durumda olanlar büyük çoğunlukla kadınlar halbuki. Ayrıca kadın-erkek ayrımını da çok basit buluyorum. Benim öznem İnsandır. Kadın-erkek-çocuk… Hepsi.

ARİF ATILGAN 2025 EYLÜL

 https://atilganblog.blogspot.com/2025/09/yazs-yaslilar-yanls-bir-baslk-aslnda.html

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/ya%C5%9Flilar

 


22 Eylül 2025 Pazartesi

 İskeleler

SARIYER İSKELESİ

Yazılarımda iskelenin bulunduğu mahalleyi ele aldığım için ilgimiz Sarıyer Mahallesinedir. Sarıyer Mahallesi 1.4 km2 alanda 11571 nüfuslu bir yerleşimdir. Ele alacağım bazı yapılar Sarıyer Mahallesinin dışında olabilir. Ben içinde hissettiğim için yazacağım.

  
Sarıyer İskelesi

Sarıyer mahallesini de içine alan Sarıyer ilçesi ise İstanbul Boğazı’nın Avrupa yakasında, Karadenize de kıyısı olan bir yerleşimdir. Nüfusu 337681, yüzölçümü 177 km2’dir. Güneyinde Beşiktaş ve Kağıthane, batısında Eyüpsultan ilçeleri, doğusunda İstanbul Boğazı, kuzeyinde Karadeniz vardır. 1930 yılında ilçe olmuş, İstanbul Belediyesi’ne bağlı şube müdürlüğü olarak çalışmıştır. 1984 yılında çıkarılan Yerel Yönetimler Kanunu ile belediye teşkilatı kurulmuş, İBB’ye bağlı ilçe belediyesi olmuştur. 38 mahallesi olup bunlardan biri Sarıyer Merkez Mahallesidir.

Sarıyer İlçesinin İçinde Sarıyer Mahallesi (Kırmızı İşaretli)

Sarıyer isminin öyküsüyle başlayalım. Maden Mahallesinin bulunduğu alanda sarı renkte bakır madeni çıkıyormuş. Bu bölge yamaçlık olduğu için de oraya ‘yar’ denirmiş. Dolayısıyla tüm çevre Sarıyar olarak anılır olmuş. Daha sonra Sarıyar kelimesi Sarıyer’e dönüştürülmüş.  

Buradaki yaşam Bizans’a kadar dayanır. Türkler ilk olarak Baltalimanı civarına yerleşmişler. 16. ve 17. Yüzyılda çevrede küçük balıkçı köyleri varmış. 18. Yüzyılda Osmanlı sarayından kişilerin yalıları oluşmuş. 19. Yüzyılda balıkçılıktan başka meslekler de görülür.  Büyükdere’nin kuzeyindeki buruna Mezar Burnu denirmiş. 1867-1894 yılları arasında Şirketi Hayriye’nin müdürü olan Hüseyin Haki bey buranın adını ‘mesire yeri’ anlamında Mesar Burnu olarak değiştirmiş. Eski adı Simos’muş. Derenin eski adı ise Sketrimos’muş. Buradaki kiraz ağaçları için ‘bir kirazdan yüz damla su çıkardı’ diye anlatılır. Sarıyer’in dağları bağlıkmış.

İskele…

1851 yılında eski kayıkhane iskelesine ekler yapılarak vapurların yanaşabileceği hale getirilmiş.

1890 yılında İskeleler Tamirat Memuru Kirkor Efendi ve Yani Kalfa ile eski iskele genişletilir ve yenilenir. Daha sonraki yıllarda üst katına gazino ilave edilir.

1948 yılından sonra Taksim’den Sarıyer’e otobüs seferlerinin başlaması vapurların yolcu sayısını azaltır.

2003 yılında bina betonarme olarak yenilenir.

İskelenin tüm alanı 569.10 m2, yolculara ayrılan kısım 464.90 m2, büro kısmı 52.80 m2, yanaşma yeri uzunluğu 13 metre, su derinliği 3.65 metre, denizden ortalama yüksekliği 1.15 metredir. Galata Köprüsü’ne uzaklığı 11.70 deniz mili olup Şirket vapurları bu mesafeyi 58 dakikada alırlar.

Sarıyer İskelesi Havadan Görünüş

Kilyos’a giderken Sarıyer Yusuf Ziya Öniş Stadı’nı keşfetmiştim. Çok şirin bir semt sahasıydı. Sarıyer 2. Ligdeyken bazı maçlarını seyretmeye giderdik arkadaşlarla... Yine şirin bir mekan olarak Boğaz kıyısındaki Sadberk Hanım müzesini anımsarım... Bir de Sarıyer’in tepesindeki Hünkar Suyu’ndan bahsetmeliyim. Arabayla bile çıkmak zordu. Ama nefis bir mesire yeriydi. Padişah 2. Mahmud bir av gezisinde suyu ve çevresini keşfetmiş. Bu sebepten Hünkar Suyu denmiş. Tüm alanı Silahtar Ali Ağa ile evlenen kızına düğün hediyesi olarak vermiş. Mülkiyet o ailenin torunları olan Hamamcıoğlu ailesindeymiş. Günümüzde burada düğünler yapılıyormuş diye okuyorum… 1970’li yıllarda İskele yanında Urcan Balık lokantası vardı. Arkadaşlarla rakı-balık efsanesinin tadına vardığımız mekanlardan biriydi burası...

                                                 İskele ve Urcan Balık Lokantası

Rumelikavağı’na doğru giderken Telli Baba isimli bir evliyanın türbesi vardır. Türbe, denizden yüksekte olan yolun deniz kıyısı tarafında 4-5 metre aşağıdadır. Evlenmek isteyenler mezarına gelin teli bırakarak dua ederler. Kişiliği ile ilgili çeşitli rivayetler anlatılır. Bu zat ile birlikte Beykoz’da Yuşa Efendi, Üsküdar’da Aziz Hüdai Efendi ve Beşiktaş’ta Yahya Efendi’nin Boğazın bekçileri oldukları söylenir. İkisi Anadolu ikisi Avrupa yakasındadır. Buradaki çeşitli gemi facialarını onların önledikleri rivayet edilir... Bir de merkezdeki Sarıyer Börekçisi’nden bahsetmeliyim. İlk olarak 1970’lerin başlarında gitmiştim. Daha sonraları da gitmişliğim vardır. Ancak.  Ben yine de börek denince çocukluğumda Yeldeğirmeni’ndeki İhsan Ağabeyin simitçi fırınındaki böreği unutamayanlardanım. Hele üzerine pudra şekeri de serpiştirildiğinde... Boğaz kıyısında olması dolayısıyla ilginç bulduğum bir tesisten de bahsedeyim. Kefeliköy mevkiinde Bosstay Meyve Suyu fabrikası. Katıksız meyve suyu idi. 1980’li yıllarda kapandığını öğrendiğim bu fabrikanın ürününün lezzetini daha sonraki hiçbir meyve suyunda tatmadığımı söylemek isterim…

Bosstay Şişesi ve Fabrikası

Biraz merkeze uzak ama 1970’lerdeki Belgrad Ormanlarının doğal güzeliğinden bahsetmeden olmaz. Artık değil bence. 1930-1988 arasında aktif olan Tekel Kibrit Fabrikası Bahçeköy’de Belgrad Ormanı yolunda idi. Biraz ilerisindeki Bilezikçi Çiftliği’ni herkes bilmez. Yolun kenarındadır ama gözükmez. Çiftlik alanı içerisindeki binaların inşasını B. Bilezikçiyan başlatmıştır. 1910 yılında çiftliği satın alan Abraham Paşa yeni yapılar inşa ettirmiştir. Tarihi filmler burada çekilirdi.

Bu yazdıklarımın hepsinin canlı şahidiyim. O yıllarda cep telefonu yoktu. Fotoğraf makinası da lüks sayılabilecek bir eşya idi. Yani şimdiki gibi her dakika fotoğraf çekilemiyordu. Kısa anlatımlarla akıllarda canlandırabildiysem ne mutlu bana. Kuru kuru iskele anlatmak tarzım değil. Amacım iskelenin nasıl bir yerlere hizmet ettiğini de aktarabilmek sayın okuyucularıma.

Tüm iskeleler bitince bitecek bu yazı dizim. Kurtuluş yok benden sevgili dostlar.

ARİF ATILGAN 2025 EYLÜL

 

https://atilganblog.blogspot.com/2025/09/sariyer-iskelesi-yazlarmda-iskelenin.html

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/sariyer-i%CC%87skelesi%CC%87

 

 

 


7 Eylül 2025 Pazar

Köşe Yazısı

KAMU KURUMLARI VE HALK

31 Ağustos Pazar günü Yalova’da Akasya kumsalındayız. Denizde sahil boyunca 10 metrelik beyaz bir tabaka var. Geldiğimde gördüm ki herkes endişeli. Ne yapacağını bilmiyor. İlgilendim.

                                                                 Beyaz Tabaka

Önce 153 nodan Yalova Belediyesi’ni aradım. Telefona çıkan hanım not aldı. Sonra Sahil Güvenlik’i aradım.  Durumu anlattım. En son da Yalova Valiliğini aradım. Oradan telefona kimse çıkmadı. Pazar tatili diye sanırım.

Biraz sonra Sahil Güvenlikten iki kişi geldi. Denizdeki sorunu gösterdik. ‘Deredendir’ dediler. ‘Ama derenin akıntısı diğer tarafa’ dedim. Onlar da ’ters rüzgarda bu tarafa gelebilir’ dediler. Onlar gittikten biraz sonra Yalova Belediyesinden 3 kişi geldi. Yanıma gelmeden kanal bacasına uzun demir uzatarak baktılar. Yine yanıma gelmeden gidiyorlardı ki ben yanlarına gidip sordum. ‘Bir şey yok’ dediler. Denizdeki tabakayı gösterip ‘Biz bunları hayal olarak görüyoruz herhalde.’ dedim. Konu istemediğim bir yere gelmişti. ‘Sahil Güvenlikten geldiler. Onlar deredendir dediler’ dedim. Aralarında amir sandığım kişi kızdı. ‘Dereye kanal akmaz’ dedi. Halbuki biz ‘Nedir?’ Diye soruyorduk. Sessizlik oldu ve gittiler.

Ertesi gün Pazartesi. Sabah kumsala geldim. Herkes beni bekliyor. Denizde sorun gözükmüyor ama kimse denize girmiyor. Doğrusu ben de girmeye çekiniyorum. Başladım bir gün önce telefon ettiklerime yeniden telefon etmeye. Tahlil yapılıp yapılmadığını ve durumu anlamak istiyordum. Bir gün önce görüşemediğim için önce Valiliği aradım. Bir erkek çıktı. Durumu anlattım. ‘CİMER’E yazmamı’ önerdi. Mecburen kendimi tanıttım. ‘Ben elli küsur yıllık mimarım. Prosedürü bilirim’ dedim. Biraz daha yumuşadı ama somut bir cevap vermedi. Sonra Sahil Güvenlik’i aradım. Bir gün öncekinden başka biri çıktı. Tamamen konudan uzak. Ona durumu anlattım. O başka bir yere bağladı. Oradan adımı ve telefonumu aldılar, döneceklerini söylediler. Dönen olmadı. Daha sonra 153 ile belediyeyi aradım. Oradan da somut bir bilgi alamadım. Ama YASKİ’nin numarasını verdiler. YASKİ’den bir hanım çıktı. Tesislerine gelen atıksuyun arıtmasını yaptıklarını anlattı. Biraz sonra tekrar arayıp bana yararı olacak başka bir yerin telefon numarasını verdi. Ben de teşekkür ettim ve ‘Kamu kurumları sadece yol  ve adres gösteriyor. Derde derman olmuyorlar’ dedim. Yani sonuç sıfıra sıfır. Bizler Pazartesi günü de denize girmedik. Güneşlendik, duş aldık ve çıktık.

Öğleden sonra eşimle dondurmacıda otururken dedim ki ‘Belediye merkezdeki Balıkçı Barınağı rıhtımında onarım yapıyor. Gidip bir bakalım.’ Baktığımızda gördük ki oradaki kazılmış bölüme blokaj olarak doldurulan kayaların rengi beyaz. Birikmiş suyun rengi ve görünüşü de aynı bir gün önce bizim denize girdiğimiz sahildeki tabaka gibi.’ Belli ki o tabaka barınak dışına çıkmış, mendireğin dış yüzünden bizim plaja doğru akmış. Yani pis su değil.

                         Tekne Barınağında Onarım Yapılan Yerdeki Aynı Beyaz Tabaka

Ertesi sabah kumsala geldiğimde yine beni bekliyordu herkes. Durumu anlattım. Tehlike olmadığını, denizimizin temiz olduğunu, rahatça yüzebileceğimizi anlattım. Herkes mutlu, mesut yaşamlarına kaldıkları yerden devam etti.

Sahilimiz

2-3 günlük bir olayı tarafsız bir şekilde oldukça kısaltarak yazmaya çalıştım. Şikayet etmiyorum. Tespit yapıyorum. Şimdi konuyu yorumlayalım.

Öncelikle şunu belirteyim ki işi siyasete bulayıp mundar etmeyelim. Yukarıda adı geçen kamu veya özel kurumlarda her parti var. Bu iş parti işi değil. Kültür işi. Kamu görevi yapanların 'kamu' kelimesini öğrenmeleri gerekir. Kamu halk demektir. Yani oradaki görevliler bizim ‘efendimiz’ değildir. Aksine ‘görevlilerimizdir’. İşleri, bizim yararımız ve rahatımız için çalışmaktır. Hizmet etmektir. Bunun için aldıkları maaşları da verdiğimiz dolaylı-dolaysız vergilerle bizler öderiz.  İnsanımız bu bilince varmalıdır.

‘Halk tebaa değildir’ demeyeceğim ‘Halk tebaa olmadığını bilmelidir’.

ARİF ATILGAN 2025 EYLÜL

https://atilganblog.blogspot.com/2025/09/kose-yazs-kamu-kurumlari-ve-halk-31.html

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/kamu-kurumlari-ve-halk

 

3 Eylül 2025 Çarşamba

 İskeleler

RUMELİ HİSARI İSKELESİ

Rumelihisarı Mahallesi Sarıyer ilçesine bağlı olup adını Rumeli Hisarı’ndan almıştır. Kuzeyinde Baltalimanı, güneyinde Beşiktaş’a bağlı Bebek, batısında yine Beşiktaş’a bağlı Etiler,  doğusunda ise İstanbul Boğazı bulunur. Nüfusu 9244’dür.

Rumeli Hisarı İskelesi mahallenin iskelesi olduğu için adını mahalleden almış olmalıdır. Ama sonuçta mahalle de iskele de adlarını Hisardan almışlar.

Rumelihisarı İskelesi

Hisar, Bebek tarafındaki Kayalar Burnu ile Baltaliman tarafındaki Baltalimanı Burnu arasındadır. Kayalar Burnu önündeki akıntıya Kayalar veya Rumelihisarı akıntısı, Baltalimanı önündeki akıntıya Şeytan akıntısı denirmiş. Şehir Hatlarına ait eski bir bilgide Bizans döneminde burada bulunan Let isimli kalenin hapishane olarak kullanıldığı yazılmış. Rumeli Hisarı Anadolu Hisarı’nın karşısındadır. 700m olan iki hisar arası boğazdaki en kısa mesafedir.

  Bölgenin Havadan Görünüşü.

Fatih Sultan Mehmet, Hisarı 1452 yılında inşa ettiriyor. 30000m2 civarı bir alana sahiptir. Amacı, Bizans’ı kuşattığında onlara Karadeniz’den gelecek yardımları önlemektir. Hisarın inşaatı 4 ayda bitiriliyor. Üç büyük kulesini Saruca Paşa, Zağanos Paşa ve Halil Paşaya yaptırıyor. Kulelere onların adını veriyor. Kayıtlarda 2000’in üzerinde işçi çalıştığı yazılmış.  Tarihte Kulle-i Cedide, Yenice Hisar, Boğazkesen Hisarı adlarıyla anılmış. Hisar fetih sonrası bir süre hapishane olarak kullanılmış. 1509 depreminde büyük hasar görmüş. Onarılmış. 1746 yılında çıkan yangın ahşap bölümleri harap etmiş. 3. Selim (1789-1807) döneminde onarılmış. Ancak kulelerin üzerindeki ahşap külahlar yok olunca kale içi küçük ahşap evlerle dolmuş. Hisarın üst tarafındaki arazide bulunan Şehitlik Tepesinin denizden yüksekliğinin 140 metre olduğu yazılır.

                                  Hisar, Kuleleri Restore Edilirse Gerçeğine Dönecek..

Sultan 2. Mehmet (Fatih) zamanında inşa edilen Hacı Kemalettin Cami 1746 yılında 2. Mahmud zamanında yeniden inşa edilmiş... Ali Pertek Cami 17. Yüzyılda yapılmış. 1960’larda yeniden inşa edilmiş… Surp Santuht Ermeni Kilisesi de 1856’da yapılmış… Kırmızı tuğlalı Yusuf Ziya Paşa Konağı ise Perili Köşk adıyla tanınmıştır... Fatih’in gemilerini yapmak için çok ağaç kesen Kaptan-ı Derya Süleyman Beyin lakabı Balta olmuş. Ondan dolayı buraya Baltalimanı denmiş... Rumeli Hisarı’nın ortasındaki Boğazkesen Mescidi 18. Yüzyılda yıkılmış sadece minaresi kalmış... Boğaz Köprüsü tarafındaki Müşir Zeki Paşa Yalısının mimarı Alexandre Valluary’dir… Kalenin üst tarafında Tevfik Fikret’in (1867-1915) evi bulunur…

Rumeli Hisarı’nın içindeki Boğazkesen Mescidinden kalan Minare.

1953 yılında Hisarda onarım çalışmaları başladığında kale içindeki evler kamulaştırılarak ortadan kaldırılmış. 1950’li yıllarda Açıkhava tiyatrosu yapılmış. 1989 yılında amfi tiyatroya çevrilmiş, 2008 yılına kadar burada konserler verilmiş, tiyatro oyunları oynanmıştır.  2009 yılında ilgili Koruma Kurulu mescidi ve çevresini tescil ediyor, 2013 yılında restorasyon için ruhsat alınıyor ve 2015 yılında mescidin inşası tamamlanıyor. 

İskeleye gelirsek…

1851 yılında Rumelihisarı İskelesi Mektepönü denilen yere inşa edilmiş.

1890 yılında yıkılarak yeniden inşa edilir.

1910 yılında o da yıkılarak kalfa Kirkor Ustaya yeniden yaptırılır.

İskelenin tüm alanı 233.09 m2, açık alanı 177.86 m2, kapalı alanı 37.08 m2’dir. Yanaşma yeri uzunluğu 14.30 metre, su derinliği 6.50 metre, denizden ortalama yüksekliği 1.15 metre civarındadır.

Rumelihisarı İskelesi Galata Köprüsü’nden 6.2 deniz mili ( 11.5 kilometre ) mesafededir. Şirket vapurları köprüden bu iskeleye 30 dakikada ulaşırlar.

1991 yılında Rumelihisarı İskelesinin işlevine son verilmiş. İskele binası restoran yapılmış.

 Rumelihisarı İskelesi (Restoran), Ali Pertek Camii, Yusuf Ziya Paşa Konağı (Perili Köşk)

1975  yılının haziran ayı… Eşimle henüz sözlü bile değiliz. Rumelihisarı’nı geziyorduk. Başka bir çift te geziyordu. Erkek olanı yanımıza gelip fotoğraflarını çekmemi rica etti. Çektim. ‘Biz de sizi çekelim’ dediler. O akşam yurt dışına gideceklerini söylemişlerdi. Henüz cep telefonu icat edilmemiş. Fotoğraf makinası kullanılıyor. Dolayısıyla 12 veya 24 pozluk film rulosu fotoğrafçıya götürülüp tab ettirilecek. Bizim pozumuz bozuk çıkmamışsa karta bastırılacak ve İstanbul’a postayla gönderilecek. ‘Nasıl olsa olmaz’ diye düşünerek ‘Boş verin. Bize ulaştıramazsınız’ dedim. Israr ettiler. Biz de pozumuzu verdik. Gerçekten 15-20 gün sonra fotoğrafı postayla gönderdiler. O fotoğraf eşimle birlikte çekilmiş ilk fotoğrafımızdır. 40 yıl sonra 2015 yılında Hisar’a tekrar gittik. Aynı yerde bir fotoğraf daha çekilelim istedik. İçeri girmek te otopark ta ücretli olmuş. Ayrıca bir intihar olayından dolayı surlara çıkmak yasaklanmış. Görevlilere durumu anlattım ve ‘ortalıkta kimse yok, siz çekeceksiniz’ dedim. ‘Tamam’ dediler. Aynı yerde bir fotoğraf daha çektirdik.

1975 ve 2015 Yılı Fotoğraflarımız.

1970’li yılların ikinci yarısı… O yıllar trafik rahat. Ben de araba sahibi şanslılardanım. Olmadık sokaklara girip kendimce kaybolup keşif yapmayı severdim. Eşimle arkadaşlığımız devam ediyor. Bir gün Etilerden daldım, doğru gittim. Hisarüstü denilen yere geldim. Oradan boğaza bir yol iniyor. İndim. Asfalt bitti. Toprak yol başladı. Rumeli Hisarı’nın üst taraflarındayım. Sağa doğru bir yol gidiyor. Ama ağaçlardan sonu görünmüyor. O yola girdim. Yol sonunda güzel bir ev. Aşiyan Müzesi. Tevfik Fikret’in evi. İndik. Bir hanımefendi çıktı. ‘Gezebilir miyiz?’ dedik. ‘Tabii’ dedi. Alt katı bitirdik. Üst kata çıktık. Odaları, resimleri herşeyi inceledik. O hanımefendi dedi ki ‘Şimdi şu pencerenin önünde durun’. Evin İstanbul Boğazı’na bakan cephesinde perdeleri kapalı iki kanatlı pencere. Dediğini yaptık. Hanımefendi pencere kolunu çevirdi ve iki kanadı da sonuna kadar açtı. Önümüzde adeta nefis bir Boğaz tablosu oluşmuştu. En yakında ağaçlar, sonra deniz ve sonra karşı kıyı… Denir ya ‘adeta büyülenmiştik’… Tam da öyleydi durumumuz. Abartmıyorum. Duvara asılı bir resim tablosu olmuştu o pencere. Biz tabloya bakıyoruz. Hanımefendi de bize… Etkilenmiş halimizden mutlu olmuştu. Biraz sohbet ettik, vedalaştık ve çıktık. Duygu durumumuz tepe yapmıştı. O hanımefendiye kim olduğunu soramadık. Sanırım ailedendi. Tevfik Fikretin mezarı da oradaymış. 1961 yılında Eyüp Mezarlığından nakledilmiş. Evin planlarını kendisi çizmiş. O heyecanla bu konuları unutmuştuk.

Biraz aşağıda İstanbul’un en güzel mezarlıklarından biri olan Aşiyan Mezarlığı vardı. Asıl adı Kayalar Mezarlığı. Boğaz yoluna indiğimizde arkamızda kalmıştı. 16. Yüzyıldan beri varmış. Tevfik Fikret evine Kuş Yuvası anlamında Aşiyan adını takınca Mezarlığın da çevrenin de adı Aşiyan olarak değişmiş.

Bazı başka iskeleler gibi bu iskeleden de ne vapura bindim ne de vapurdan indim. Ama onlar İstanbul’un hafızalarıdır. Keşke işlevi sonlandırılanlar restore edilip deniz ulaşımıyla ilgili küçük müzeler haline getirilselerdi.

ARİF ATILGAN 2025 EYLÜL

https://atilganblog.blogspot.com/2025/09/rumeli-hisari-iskelesi-rumelihisar.html

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/rumeli%CC%87-hi%CC%87sari-i%CC%87skelesi%CC%87

 

 

 


14 Ağustos 2025 Perşembe

 Yaşam

YALOVA ERDİNÇ ERKORKMAZ’I KAYBETTİ

Yalova’ya ev yapıp yerleşmem 10  yıl oldu. Eşimle bir prensibimiz vardır. Balık yağı içeceğimize haftada bir balık yeriz. Kolajen hapı yerine de haftada bir paça çorbası içeriz. Yalova’da da bu anlamdaki lokantaları bulduk. Sahilde 3 adet balık lokantası vardı. Önce iki yandakileri denedik. Son olarak ortadakine gittik ve ona devam ettik. Restoranı biri kız biri erkek iki kardeş işletiyordu. Ama bir süre sonra babalarının ağırlığı olduğunu hissettik. Yani Erdinç Beyin.

                                                   Balıkçı Erdinç Erkorkmaz

Erdinç Erkorkmaz Yalovalıların tanıdığı bir kişi. Balıkçılık yapmış, Yalovasporun kurucu başkanı olmuş. Yani sosyal yaşamı olan bir sima. Biz bir yere alıştık mı devamlı gittiğimiz için bir süre sonra o da bizi tanıdı. Geldiğim zaman yanıma uğrar hatır sorar kısa bir sohbet yapar ve giderdi. İyi esnaftı yani. Rahatsız etmezdi insanı.

Neler anlatmıştı bu kısa sohbetlerde. Egede balık tuttuğunu, Yunan adalarına balık sattığını, onların balık kültürünü… Çevre illerdeki özellikle İstanbuldaki balıkçıları…

Benim ne yediğimi merak ederdi. Gelir gelmez genel olarak tanıdığı masaları dolaşıp ‘Hoş geldin’ der, bana geldiğinde ‘Ne yiyorsun?’ diye sorardı. Ban İstanbul çocuğu olduğum için balık kültürüm ve de merakım vardır. Bu bakımdan denizden tutulmuş günün balığını yerim. O da bu huyumu sevmişti. Yaz sezonunda Yalova’nın sardalyasını tavsiye etmişti. Bilmiyordum. Gerçekten taze ve lezetliydi.

Eşimle sabah erken denize gideriz. Öğlen 12 civarı yeşillikte oturup denize karşı kahvaltı yaparız. O da önümüzden kalın tekerlekli elektrikli bisikletiyle geçer, selamlaşırdı.  

Geçtiğimiz salı günü (5 Ağustos 2025) restorandaydık. O yine bana ‘ Balık elle yenir’ diye takılmış, ben de ‘Hiçbirşeyi elle yemem’ demiştim. Sohbete devam etmişti. ‘Yakında çingene palamudu çıkar. Ardından palamut başlar.’ Benim palamutçu olduğumu biliyordu.

O gün yemekten sonraki çaylarımızı o getirdi. Otoparktaki arabamın arkasındaki arabayı o çekip bana yol verdi.

1 hafta sonra 12 Ağustos 2025 Salı günü… Akasya kumsalındayız yine. Hergün camiden sala okunur neredeyse. Rahmet dileriz gidenin ardından. O gün balıkçı Erdinç Erkorkmaz deyince şaşırdık. Bu sefer hep sağlıkla ilgili sohbetlerimiz geldi aklıma. Yaklaşık bir yıl önce ikinci stend takılmştı kalp damarına. Önce biraz dikkat etmişti. Bir süre sonra eskisi gibi sigara içmeye devam etmişti. Her defasında ‘İçme şunu’ diyordum. ‘Az içiyorum’ deyip beni geçiştiriyordu güya. Son gördüğümüzde renginin beyazlığı dikkatimizi çekmişti. Zatüree de varmış galiba.

Denizden çıktım, arabanın bagajında eşofman altı vardı. Onu giydim. Terlikli de olsa kıyafetimi şekle sokmuştum. Cenazeye gittim. Oğluna Baş Sağlığı diledim. Kızı pek kendinde değildi. Rahatsız etmedim. Cenaze namazını kıldım ve ‘güle güle’ dedim.

Erdinç bey haftada bir gördüğüm, en fazla beş dakika sohbet ettiğim bir insandı. Yani samimiyetim yoktu. Ama bazı insanlar vardır ya hani… Enerjileri vardır. Yer ediverirler hafızanızda. O öyleydi.      

5 Ağustos akşamı el sallayıp ‘Allahaısmarladık’ anlamında çaldığım korna  vedalaşmamızmış meğer. Allah rahmet eylesin.

ARİF ATILGAN 2025  AĞUSTOS

 https://atilganblog.blogspot.com/2025/08/yalova-erdinc-erkorkmazi-kaybetti.html

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/yalova-erdi%CC%87n%C3%A7-erkorkmaz-i-kaybetti%CC%87