14 Aralık 2025 Pazar

 İskeleler

VANİKÖY İSKELESİ

Vaniköy, Kandilli Mahallesi’nin güney ucunda yer alan bir semttir. Kuleli Mahallesi’yle sınırdır. Padişah 4. Mehmed (1648-1687), hükümdarlığı döneminde boğaz kıyısında olan bu bölgeyi hocası Vani Mehmed Efendi’ye bağışlamış. Vani Mehmet efendi ise  1665 yılında buradaki mescidin yerinde bir cami yapar. Yanına da kendi için bir yalı ve medrese inşa ettirir. Gerek cami gerekse çevre Vani Mehmed Efendi’nin köyü anlamında Vaniköyü adıyla anılmaya başlar. Sonraları kısaltılır Vaniköy yapılır.

İskeleye gelirsek...

Alttaki fotoğrafta iskelenin tabelası dikkatli okunursa iskeleye Vaniköyü olarak semtin gerçek adı yazılmıştır. Konuyu dağıtmayayım ama benzerleri çoktur. Örneğin Kadıköyü Kadıköy, Fenerbahçesi Fenerbahçe gibi. Bu kısaltmalar ismin hikayesini yok etmektedir. Benzer başka yanlışlar da vardır. Örneğin Maltepe’de bir kooperatifin evlerinin adı olan Doğu Evleri oradaki durağa verilmiş. Ama sonradan sadece Doğu denmiş… Aynı anlam mı? Neyse. Konuyu dağıtmayayım.  

 Vaniköyü İskelesi

Vaniköy boğazın eski iskelelerindendir. Tam yapılış tarihini bulamadım. Ancak 1906 tarihli Fransız fotoğrafçı Maurice Meys’e ait fotoğraf 20. Yüzyıl başlarında var olduğunu gösteriyor.

Vaniköy İskelesi (1906 Maurice Meys fotoğrafı)

Vaniköy’ün tarihi yalıları önemlidir. Kadınefendi YalısıFazıl Bey YalısıNazif Paşa Yalısı ve Mahmut Nedim Paşa Yalısı gibi.

1950 lerde İskele ve Çevresindeki Yalılar.

1970’li yıllara kadar iskeleye vapur yanaşmış. Yani  hizmete devam etmiş. Daha sonra sefer konmamış, sadece çeşitli teknelerin yanaşmasına yaramış.

1987 yılı iskelenin hava fotoğraflarında göründüğü son yıldır. Sonraki yıllarda gözükmez.

1987’de İskele var.                                       2021’de Yok.

15 Kasım 2020 tarihinde Vaniköy Camii’nde yangın çıkmış. Kasım 2022 tarihinde restorasyon başlamış. 16 Haziran 2023 tarihinde tekrar ibadete açılmış.

Restorasyon Sonrası Vaniköy Camii. İskele Yok.

1980’li yıllarda Modalı bir arkadaşım eşi ve minik çocuğuyla Vaniköy’de denize girdiğini anlatırdı. Çok methederdi. Merak etmiştim. Ben de böyle doğal kıyılarda denize girmeyi severdim çünkü. Bir gün gittim. Arabayı o dar sokağa zor soktum. Kıyı kendi içinde küçük bir mekandı. Beni açmamıştı ama hoş bir çevreydi. En azından o küçük alanı görmüştüm. Cami, iskele, kıyı ve yeşil alan.

Şehri de binaları da çevreyi de korumayı bilemiyoruz. Burası da böyle. Yüz yılı aşkın geçmişi olan iskele yok. Ben kendi kendime kent hafızasının yok olmaması için çalışmayı görev edinmişim. Devam edeceğim bu huyumla yaşamaya.

ARİF ATILGAN 2025 ARALIK

 https://atilganblog.blogspot.com/2025/12/vanikoy-iskelesi-vanikoy-kandilli.html

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/vani%CC%87k%C3%B6y-i%CC%87skelesi%CC%87

 

 


9 Aralık 2025 Salı

 İskeleler

RUMELİKAVAĞI VE ALTINKUM İSKELELERİ

Rumelikavağı Sarıyer İlçesine bağlı bir muhtarlıktır. Çoğunlukla Doğu Karadeniz’den gelen vatandaşlarımızın yaşadığı mahallenin nüfusu 3560 kişidir. İskelesi, İstanbul Boğazı’nın kuzeyinde olup Avrupa Yakası’ndaki son iskeledir. Çevrede Bizans’tan kalma bazı yapılar varmış ama günümüze ulaşamamışlar.

Rumelikavağı İskelesi 2002 yılında yenilenmiş. Turistik olması dolayısıyla varlığını sürdürebilmektedir. Günümüzde Anadolu Yakası ile bağlantı sağlayan tarifeli motor tekneleri ile gezi gemileri burayı kullanmaktadır. Yanaşma yeri uzunluğu 12.7 metre, denizden yüksekliği 1.1 metre, iskele önünün derinliği 5.2 metredir.

                                                      Rumelikavağı İskelesi

Rumelikavağı balıkçı lokantalarıyla ünlüdür. 1970’li yıllardan itibaren insanlar araba sahibi oldukça İstanbul’un uzak semtlerini keşfetmeye başlamışlardı. Rumelikavağı da bu şekilde yoğun kullanılmaya başlanmıştır. Ben de !970’lerde araba sahibi olmuş ve buralara gelmeye başlamıştım. Doğruyu söylemem gerekirse Rumelikavağı veya Anadolukavağı denince aklıma ilk gelen taze balık yenilen balık lokantalarıdır. Rumelikavağı İskelesinin yanında büyük bir restoran vardı. Orada yediğim palamut ve lüferleri unutmam mümkün değildir. Daha sonra iç taraflarda da restoranlar açılmaya başlamıştı.

Rumelikavağı’ndan ileri doğru gidildiğinde Altınkum Plajına varılır. Oradan denize hiç girmedim ama merak ettiğim için arabayla gidip keşiflerde bulunmuştum.

                                                           Altınkum Plajı

1927 yılında açılan plaja iskele de yapılmış ve 1929 yılında Şirket-i Hayriye vapuru çalıştırılmış. Zira o yıllarda Sarıyer’den oraya gelinemiyormuş. İnsanların burayı kullanması için Şirket-i Hayriye müdürü Necmettin Kocataş çok emek vermiş. Plaja altın gibi görünen kumundan dolayı Altınkum denmiş. Yeni inşa edilen bir vapura da Altınkum adı verilmiş ve buraya çalıştırılmış. Ancak plaj şehre uzak olduğu için yine de rağbet görememiş. 2. Dünya Savaşı’nda burası askeri bölge ilan edilmiş dolayısıyla plaj kapanmış.

Günümüzde Sarıyer’den ulaşım sağlanmaktadır. Plaj kadınlar için düzenlenmiş. 8 yaşından küçük erkek çocuklar da anneleriyle birlikte girebiliyorlarmış. Yan tarafında karma plaj bulunmaktadır.

Altınkum’dan daha yukarıda boğazın Karadeniz’e açılan ağzında Garipçe Köyü bulunur. Buraya Altınkum’dan değil Sarıyer’den gidiliyor. 370 kişinin yaşadığı tipik bir balıkçı köyüdür. Tarihi kalesi Sultan 3. Mustafa döneminde 1757-1774 yıllarında yaptırılmış. Kalesiyle, tekne barınağıyla şirin bir köy olan yerleşim buraya gezmeye gelenlerin çoğalması dolayısıyla turistik olmaya başlamıştır.

Garipçe Köyü

Turizm iyi bir şey mi? Değil mi?..  Kıvamında olduğunda iyi bir şey olduğu inkar edilemez. Ancak fazla arttığında bölgenin karakterini değiştirdiği de belli olmuştur. Bir başka yazıda bu konuyu tartışmak istiyorum.   

ARİF ATILGAN 2025 ARALIK

https://atilganblog.blogspot.com/2025/12/rumelikavagi-ve-altinkum-iskeleleri.html

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/rumeli%CC%87kava%C4%9Fi-ve-altinkum-i%CC%87skeleleri%CC%87

 

29 Kasım 2025 Cumartesi

 Yaşam

(KARDEŞİM) M.NİHAT ATILGAN’I KAYBETTİM

Nihat lise son sınıfta kompozisyon dersinden sınıfta kalmıştı. Hoca takmış. Üniversite sınavında kazanmıştı bir yerleri halbuki ama boş. Onun hayatının dönüm noktasıdır. Babam dedi ki bana ‘Nihat’a sen sahip çık. Hepiniz okudunuz o okuyamadı.’ Babamın sözünü dinledim. Kardeşten ileridir ilişkimiz. Bilenler bilir.

M. Nihat Atılgan

Hastalık sürecine gelirsek…

2023 yılının Mart ayında 30 gün yoğun bakımda kalmıştı. Hatta oradayken bir gün doktorlar telefon edip tüm yakınlarının gelmesini, vedalaşmasını ertesi güne çıkamayabileceğini söylemişlerdi. Ama iyileşti ve çıktı. Eve getirildiğinde yatakta doğrulamıyordu. Ablamla aynı apartmanda altlı üstlü dairelerde oturuyorlardı. Gördüm ki Nihat’ın evde yaşaması çok zor. Bir huzurevi buldum. Ertesi gün 1 Nisandan itibaren oraya yerleştirdik. Orada oldukça iyi idi. Yataktan kalkamazken kilo almış dolaşmaya başlamıştı. Haftada en az bir kere doktor kontrol ediyor, yemesi, içmesi, temizliği, saç-sakal traşı vs herşeyi ile ilgileniliyordu. 2023 yılının Ekim ayında bana telefon etti. ‘Ablam benimle ilgilenmeyecekmiş.’ Dedi. Morali çok kötüydü. Yalova’daki evdeydim. Hemen İstanbul’a gittim. Maddi-manevi her sorumluluğunu üzerime aldım. Ona belli etmiyordum ama zor bir döneme girmiştim. Artık yeni bir yaşam düzenim oluşmuştu. Hayat devam ediyordu. Öyle veya böyle.

Her şey daha düzgün olsun diye mahkemeden vasilik yapmıştım. Ama o bize çok sorun oldu. Bir yıl kadar sonra yine mahkemeden son verdirdim.

Huzurevi ona iyi gelmişti. Her şeyi karşılanıyordu. Örneğin günde en az üç defa oksijen veriliyor, ağzında biriken balgamlar dişçilerde kullanılan aletle temizleniyordu. Koahtı Nihat.

2025 yaz mevsimi… Maddi konuları rölanti duruma soktum. Rahat duruma girdim. Ama onda yürüme sıkıntıları başladı. Düşüveriyordu.

15 Ekim 2025… Beni aradı ve arabanın anahtarını kaybettiğini filan anlattı. En az 20 yıl önceye gitmiş, hayal görmeye başlamıştı. Hiç aklıma gelmeyen bir durum. Yine sıkıntılar başlıyordu. Vekalet almam gerekiyordu. Onun için de önce aklı başında raporu almalıydım. Arabaya bindiremiyordum. İstanbul’a sonraki gelişimde almayı planladım.

30 Ekim 2025 günü huzurevinin sahibi telefon etti. Kurumun doktoru ‘acilden hastaneye kaldırıp emar vs bazı tetkiklerini’ istemiş. Ben de gittim. Hastanede görüştüm de üstelik. On gün kadar gittim geldim. Konuşuyorduk ama söyledikleri anlaşılmıyordu. ‘Arapça yayın yapıyorsun’ diyerek şaka da yaptım.  ‘Uykudan yeni uyanınca öyle oluyor’ dedi. Kaçıncı gün anımsamıyorum. Bir keresinde yine anlaşılmaz konuşuyordu. Arada anlaşılır bir şekilde ‘Sen çok büyük adamsın’ deyiverdi. Sonra yine anlaşılmaz konuşmaya başladı.

Yalova’daki ev biraz tenhadadır. Uzun süre boş bırakılmıyor. Huzurevi sahibi ‘Nihat’la kendisinin ilgilendiğini, zaten hasta sahibi huzurevi kurumsalı olduğunu, endişe etmememi’ söyledi. Yalova’ya geldim. 2-3 gün kaldım ki hastaneden arayıp ‘Nihat’ı entübe ettiklerini’ söylediler. Hemen gittim. Yanına girdim. Çok sıkıntılı bir dönem. Yukarıda söylemiştim. KOAHTI. Ağzından bir hortumla hava, burnundaki hortumla gıda veriyorlar. Hastanede bir şey yapamıyorsunuz. İzin verildiği saatte belirli süre yoğun bakım ünitesine girip biraz durup çıkıyorsunuz. Hele bu son entübe dönemi daha da kötü. Onun anlaşılmaz bir şeyler söylediği safhayı bile arıyordum. Doktoru ‘böbreğinde sorun başladığını, diyalize sokacaklarını’ ama önce ‘uyku ilacını kesip uyandıracaklarını, tepkisine göre hareket edeceklerini’ söyledi. Ertesi günü merakla gittim. Uyumaya devam ediyordu. Doktoru ‘Uyanmadı. Bekliyoruz.’ Dedi.

Yalova’ya geldik. Sabah telefon geldi. Değişiklik yoktu. Sonraki gün telefon geldi. Kalbi durmuş. Suni teneffüse başlamışlar. Huzurevi sahibine telefon ettim. O gitti hemen hastaneye. Eşimle ilk vapura yetiştik. Sonrası tatsız…

Morgda gördüm. Soğanlıktaki cenaze işlerinde yıkanmaya girerken ben de içeri girdim. İşleri bitince yanağını öptüm. Vedalaştım.  

Altıntepe Camii’nde cenaze namazı ve Karacaahmet mezarlığı.

Ertesi günü mezarlığa gittim. Ben her yakınımı defnettikten bir gün sonra gider kendimce onunla konuşurum. Nihat’la da uzun süre konuştum. Anneannem ve Annemin üzerine gömülmüştü. Onlarla da konuştum. Kardeşimi onlara emanet ettim.

Bir sonraki gün Yalova’ya döndük. Hacımehmet Köyü mezarlığındaki babama gittik. O da orada annesi ve kardeşleriyleydi. Babamla da kendimce konuştum. Anlattım. Çevresinde yatan  babaannem, amcalarım sanki başlarını kaldırıp ‘Nihat’ta mı?’ diyorlardı …

Eve döndüğümüzde kafam bomboştu. Her şey bitmişti. Hem psikolojik hem fizyolojik müthiş yorgun olduğumu hissettim. Yay gibi gergin iki yıl geçirmiştim. İpi çözülüvermişti sanki gergin yayın.

Öyküyü çok kısalttım. Ama sigara içenlere ‘içmeyin şunu’ demek istiyorum. İçmeyin… İçmeyin ne olur…

 

ARİF ATILGAN 2025 KASIM

 

 https://atilganblog.blogspot.com/2025/11/kardesim-m.html

 

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/karde%C5%9Fi%CC%87m-m-ni%CC%87hat-atilgan-i-kaybetti%CC%87m

 

 

 

 

 

 

 

 

18 Kasım 2025 Salı

İskeleler

YENİKÖY İSKELESİ

Yeniköy, Tarabya ve İstinye arasında Sarıyer ilçesine bağlı 14718 Nüfuslu bir mahalledir. Bizans döneminde adı Komarodes olan yerleşim İstanbul’un fethi sırasında harap bir haldeymiş. Fetih sonrası Romanya’nın Geni bölgesinden göçebe olan Ulahlar ve daha sonra da Rumlar buraya gelmiş. Bölge Geniköy olarak anılmış. Rumlar ise aynı anlamda Neohori demiş. Osmanlı döneminde Kanuni Sultan Süleyman buranın adını Yeniköy olarak kesinleştirmiş. Aynı dönemde Doğu Karadeniz’den de insanlar gelmiş. 18. ve 19. Yüzyılda bu havalinin değeri anlaşılmış ve zengin kesim yerleşmeye başlamış. Yeniköy Burnundan Kireçburnu’na kadar kıyı kayalıkmış.

1827 senesinde çıkan Rus Harbi sırasında Sultan ll. Mahmud’un (İslam Peygamberi Muhammed’in kullandığı) Sancak-ı Şerifi çıkarmasıyla Yeniköy ana hareket merkezi olmuş. Sancak (günümüzde orduevi olan) Kalender köşküne konulmuş. Bu nedenle tüm saray mensupları ve hatta hükümdarlar oradan geçtikçe köşk gözden kayboluncaya kadar arkalarını köşke çevirmezlermiş.

İskele…

1851 yılında ahşap olarak Sarı Kahvenin önüne inşa edilmiş.

1889’da 2.45 metre uzunluğunda ve 2 metre genişliğinde bir memur odası inşa edilir.

1904 yılında bekleme salonunun alçak tavanı yükseltilir.

1908 yılında tamamı yıkılıp yeni iskele inşa edilir.

Yeniköy iskelesi 206.62 m2 olup, 136.16m2’ si yolculara ayrılmıştır. Yanaşma yeri uzunluğu 16.10 metre, su derinliği 3 metre, denizden yüksekliği 1.20 metredir.

Galata Köprüsü’nden 8.45 mil (15.65 km) mesafededir. Şirket vapurları bu mesafeyi 40-45 dakikada alırlar. 

Yeniköy İskelesi

Sahilde yürüyüş yapanlar Köybaşı Caddesini tercih ederler. O caddenin üst tarafındaki Tugay Apartmanı ise Vehbi Koç’un oturduğu apartman olarak bilinir. Ayrıca Sait Halim Paşa yalısı gibi tarihi yapıları vardır. Yol genişletilmesi sırasında bazı eski eserler yok olmuştur.

Köybaşı Caddesi ve Çevresi

Yeniköy İskelesi Boğazın ortalarında olduğu için Şirket-i Hayriye döneminden beri karşı kıyıya aktarma buradan yapılırmış. Köprü ve diğer iskelelerden yolcular gemiye binerken iskele görevlisi mutlaka ‘Aktarmalar Yeniköy’den’ diye bağırarak uyarıda bulunurmuş. Boğaz postasını yapan vapur Rumeli kıyısı boyunca iskelelere uğraya uğraya giderken Kanlıca, Çubuklu, Paşabahçe, Beykoz ve Kavaklar gibi Anadolu Yakası iskelelerine çıkacak yolcular Yeniköy’de iner, kendilerini karşı kıyıya götürecek vapuru beklerlermiş. Aktarmalar için ek ücret alınmazmış. 1950’li yıllarda bu işe son verilmiş. !960’larda ise diğer bazı iskeleler gibi Yeniköy’den de Denizcilik Bankası’nın Şehir Hatları vapur seferleri kaldırılmış. 

Yeniköy’ün Yeri

Aslında 1800’lerden  beri boğazda karşıdan karşıya yakın kıyılar arası yolcu taşınırmış. Burada da Beykoz-Yeniköy arasında önceleri kürekle 3-4 kişi taşınarak başlanmış bu işe. 1960’larda motorlu üzeri tenteli teknelerle 6 kişi, 1970’lerde daha büyük kamaralı teknelerle 12 kişi, 1980’lerde daha da büyük teknelerle 20 kişi, 1990’larda 36 kişi taşınmaya başlanmış. Kooperatif şeklinde hizmet veren bu teşkilat 2013 yılında şirketleşmiş ve büyük konforlu teknelerle 150 kişi taşımaya başlamışlar.  

Beyden Gemisi

Bir anı yazayım diyorum da… Yeniköy İle ilgili aklımda yer etmiş hiçbir şey yok. Ne gözümdeki sarı lekede bir iz, ne de beynimdeki hafıza bölümünde bir olay… İstanbul’un her noktasında bir yaşanmışlığım vardır halbuki. Yeniköy’ü bu araştırmayı yaparken fark ettim. ‘Her şeyde bir hayır vardır’ denir ya… İskeleleri araştırmamda da bu hayır varmış demek. Yeniköy’ü keşfedecekmişim.

ARİF ATILGAN 2025 KASIM

https://atilganblog.blogspot.com/2025/11/iskeleler-yenikoy-iskelesi-yenikoy.html

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/yeni-k%C3%B6y-i-skelesi

25 Ekim 2025 Cumartesi

 Öykü-Anı

TATVAN’DA İŞLETME OTELİ

Okuyucularımın mırıldanmasını duyar gibiyim. Yeldeğirmeni’ni bitirdin, yetmedi Kadıköy’ü bitirdin hatta İstanbul’u, Yalova’yı…. Şimdi yurdun en doğusuna mı uzanıyorsun? Tatvan nereden çıktı? Haklısınız ama yine de okuyun lütfen. Geçtiğimiz günlerde sosyal medyada bu otel ile ilgili bir paylaşıma yorum yazdım. Çok fazla ‘Beğen’ tıklandı. O zaman da yazmam farz oldu diye düşündüm.

Yıl 1972… Diyarbakır 2. Taktik Hava Kuvvetleri İnşaat Müdürlüğü’nde mimar olarak yedek subaylık yapıyorum. Çok sayıda arkadaş, dost edinmiştim. Sivil, asker… Biri de Sağlık Amirliğinde yedek subaylık yapan eczacı Ömer isimli arkadaşım. Kendisi eczaneden sorumlu tek kişiydi.  

Bahar aylarından birindeyiz... Ömer ‘Hafta sonu Tatvan, Van gezisine ne dersin?’ dedi. Gezmeyi severim. Sevdiğimi de gizlemem doğrusu. ‘Olur’ dedim. Onun sorumluluğundaki Sağlık Amirliği eczanesine gelen Deva ilaç şirketinin reprazenteri (ilaç plasiyeri-pazarlamacısı) ‘Yarın Tatvan ve Van’a gideceğim’ deyince Ömer beni de kast ederek ‘Biz de gelebilir miyiz? Rahatsızlık vermeyiz. Masrafımızı karşılarız.’ Demiş. Sağolsun, kabul etmiş o arkadaş ta. O yıllarda onların altında şirket arabası var. Anadol’du sanırım.

Ertesi gün sabah erkenden Nizamiye kapısından bizi aldı. Yola koyulduk. O arkadaşın adını anımsayamıyorum. Beni affetsin. Yolda çevreyle ilgili bilgi de veriyordu. Güzel sohbetler yapıyoruz. Silvan’a uğradık. Ardından Bitlis’e ve sonunda Tatvan’a geldik. Konumuz olmadığı için Bitlis’in il olup Tatvan’ın oraya bağlı İlçe olmasına şaşırdığımı anlatmıyorum. Bitlis’in içinden geçip çıktığımızda Bitlis’i görmedik sanki. Neyse…

Tatvan’a geldiğimizde ilçeyi çok beğenmiştim. Göl kıyısında (Van Gölü’nün deniz gibi olduğunu düşünürsek deniz kıyısında da diyebiliriz.) yeşil, düzenli, temiz, insana ferahlık duygusu veren bir yerleşimdi. Ülkemizin neredeyse en doğu ucunda olduğumuzu hissettirmiyordu. Otelimize gelince daha da şaşırmıştım. İki katlı, taşıyıcı sistemi yığma taş olan hoş bir binaydı. Burası İşletme Oteli diye biliniyordu.

Kısa öyküsü şöyle… Denizcilik Bankası 1945 yılında Tatvan’a Fethi Algon isimli memurunu göndermiş. Burada tersane kurularak öncelikle Tatvan-Van arasında gemi seferleri yapılmasını istemiş. Ayrıca Van, Tatvan, Ahlat, Erciş ve Gevaş’a  iskeleler de yapılmış. Siirt Kurtalan’a gelen insanlar karadan Tatvan’a gelip gemiye bineceklerdir. Ancak trenin gecikmesi durumunda gemiyi kaçıran yolcular zor durumda kalmaktadır. Fethi Bey Denizcilik Bankası’na durumu bildirir ve buraya otel gerektiğini belirtir. 1947 yılında başlayan çalışma sonucu 1950 yılında otel bitirilir. Adı Denizcilik Bankası İşletme Otelidir. İstanbul ve Yalova’dan şefler, aşçılar, müdürler getirilir, personel eğitilir. Sonunda doğu ilçelerimizden birinde dört yıldızlı bir otel hizmete başlatılmış olur.

Otelin İlk Zamanlarından Bir Görüntü

İşte biz bu otele gelmiştik. Alt Katta binanın ortasından girişi ve girişin yanında restoranı vardı. Üst katta ise odalar... Oda çok şaşırtmıştı beni. Açık söyleyeyim daha sonraki yaşamımda her yıldızdaki otellerde kaldım. Emin olun yaşamım boyunca bana en lüksü yaşatan bu oteldeki odadır. Pirinç başlıkları olan yataktan göl görünüyordu. Öyle kabarık yatakları ancak Topkapı Sarayında görmüştüm diyebilirim. Akşam yemek için alt kattaki restorana indik. Açık söyleyeyim gerek yiyecekler gerek servis mükemmeldi. İçerisi çok kalabalıktı. Gelenlerin çoğu doğunun hayvan, et, süt, peynir tüccarlarıydı. İçerde oturmuştuk. Bahardı sanırım. Akşam dışarısı serindi çünkü. Salon doluydu ve herkes rakı içiyordu. Biz de… Biraz gürültülüydü. Çıkarken ‘Bir yaz mevsiminde bahçede akşam yemeği yemeye gelirim umarım.’ demiştim içimden. Akşam odamıza çıkarken sabah erken uyandıracaklarını, buradaki kahvaltıda gölün karşı kıyısından güneşin doğuşunun seyredilmesinin ve tabii o güneşe benzeyen rafadan yumurta yenmesinin önemli olduğunu söylediler. Bu tip adetleri severim. Zira oraya aittir, orayı yaşatacaktır ve bir daha oraya gitmeniz mümkün olmayabilir. Sabah gün doğmadan kalktık, bahçedeki masamıza oturduk, nefis kahvaltı çeşitleriyle gelen rafadan yumurtamızın kabuğunu çatlatırken karşı kıyıdan doğan koca bir yumurta sarısı benzeri güneşi seyretmenin doyumsuz keyfini anlatmam mümkün değildir. O Tatvan, o göl ve o otel hafızamda yer etmiştir tüm güzelliğiyle.

Ertesi gün Van’a gidip dönmüştük. Van da doğunun gerçek Paris’i olarak yer etmişti hafızamda. Çok moderndi. Sokakları, düzgün binaları, temiz caddeleri... Bir de heryerde ‘Vanlıyam, Şanlıyam, Kılıcı Kanlıyam’ türküsü çalıyordu o yıllarda. Göl de, sodalı suyundan dolayı çevresindeki çakıl, kum, kayalar da tertemizdi. Demiştim ki tüm samimiyetimle ‘İnsanlar tatile buralara gelmeliler.’  

2011 yılında o bölgeye tekrar gitme şansım olmuştu. Bitlis yeni binalarla büyümüş. Bence yenileri temizleyip eski Bitlis’i ortaya çıkarsalar o bölgeye yeni bir Mardin kazandırılmış olur. Van çok kötü gelişmiş. Eski gidişimdeki güzel duyguları uyandırmadı hiç. Ayrıca göl kıyıları sinek, çöp içindeydi. Gelelim Tatvan’a ve İşletme Oteli’ne. Orası da tam bir hayal kırıklığıydı. Yıllar önce adeta Ege kıyılarındaki tatil kasabasını anımsatan güzel yerleşim çok kötü bir hale girmişti. Ben hemen İşletme Otelini soruşturdum insanlara. Kimse bilmiyordu. Sonunda duygularımla buldum onu. Harabe halindeydi. 1999 yılında kapanmış. Çok üzüldüm. Hüzünle yıllar önceki anılarımı aklıma getirdim.

2011 Yılında Çektiğim Fotoğraf. Otel Girişi Solda Binanın Ortasından.

Bugün 2025 yılındayız. Oralarla ilgili okuduklarım 2011 yılından sonra çevrenin olumlu anlamda çok değiştiğini ve geliştiğini göstermektedir. En önemlisi İşletme Oteli restore edilip yenilenmiş ve 2017 yılında açılışı yapılmış. İnanın çok sevindim.

Tatvan İşletme Oteli Günümüzdeki Haliyle.

Bu yazıyı hazırlarken İşletme Oteli’nin geçmişini araştırdım doğal olarak. Merakım şuydu. Hizmete girdiği günden beri bu kadar lüks bir otel sadece vapuru kaçıran vatandaşlara mı hizmet etmişti? Değilmiş… Öğrendim ki açılışından itibaren çok sayıda yerli-yabancı devlet büyüğü, sanatçı ve ünlü insan konuk edilmiş burada. Eh… Bir de ben kalmıştım. Biline…

ARİF ATILGAN 2025 EKİM       

 https://atilganblog.blogspot.com/2025/10/tatvanda-isletme-oteli-okuyucularmn.html

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/tatvan-da-i%CC%87%C5%9Fletme-oteli%CC%87

 

 

 

 

 


16 Ekim 2025 Perşembe

 İskeleler

TARABYA İSKELESİ

Tarabya, İstanbul Boğazı’nın Avrupa Yakasında, Sarıyer ilçesinin bir mahallesidir. Yeniköy ve Kireçburnu Mahalleleri arasında yer alır. Nüfusu 17852’dir. Tarabya İskelesi ise adını mahallesinden almıştır.  

Tarabya İskelesi

Büyük Türk lügati Kamus-ül Alam’ ın yazdığına göre Argonotlar Karadeniz sahillerinde Altın Postu aramaya giderler. Dönerken Tarabya’ da mola verirler. Onların bu seferini her sene temsili olarak Yunanlılar da yaparmış.

Antik çağlarda buranın adı Pharmakia imiş. Zehir anlamında Pharmakon’dan gelen bu isim Konstantinopolis Patriği Attikos’u rahatsız etmiş. Pharmakia’yı  Therapeia (Terapi-Şifa) olarak değiştirmiş. Bölge 1453 yılında Osmanlı’nın eline geçer. 1570’lerde Osmanlı Padişahı 2. Selim burayı çok beğenir ve adını Tarabya koyar.                                                                              

Alman (1887-1900) ve İtalyan (1905-1906) sefaret yazlıkları, 1985 yılından beri Cumhurbaşkanlığı Köşkü olarak kullanılan Huber Köşkü (1900), Aya Paraskevi Kilisesi (1860), Ayios Konstantinos ve Ayia Eleni Kilisesi (1873), Surp Andon Ermeni Kilisesi (1871), ayazmalar, çeşmeler, parklar Tarabya’daki tarihi yapılardır.

1800’lü yıllarda iki oteli vardır. Sümer Palas ve Petala Otelleri. Sümer Palas 1890’larda inşa edilmiş. Ancak 1940’larda kapanmış. 1950’de yıkılarak yerine Sümer Sitesi apartmanları yapılmış.

Tarabya Koyu. Üstte Otel, Koyun Alt Ağzında Plaj, Altta Sümer Sitesi

Petala Oteli’nin hikayesini çevresiyle ele alalım… Terkos Metropoliti bu havalideki Rum Ortodoksların bağlı olduğu din adamıdır. Sahip olduğu makamın adı Metropolitlik. Metropolitlik binası 1772 yılında Terkos’tan Tarabya’ya taşınmış. Yanına da 1796 yılında Ayios Yergios Kilisesi yapılmış. Petala Oteli Kırım Savaşı sırasında 1850’lerde inşa edilmiş. Metropolitlik Petala Oteli’nin arkasında, kilise de onun arkasında yer alıyormuş. 1909’da Petala Oteli’nin yerine mimar Vallaury’nin eseri olan Tokatlıyan Oteli inşa edilmiş. 1940’larda Tokatlıyan Oteli Konak Otel olmuş. Konak Otel 1954 yılında yanmış. 1955  yılındaki 6-7 Eylül olaylarında Metropolitlik binası da yanmış. 1958 yılında Kilise istimlak edilerek yıkılmış. Bu son iki olayda siyasi bir şeyler olmuş ama bunlar bizim alanımızın dışında.

Soldan Sağa Kilise, Metropolitlik ve Otel.

1957-1966 yılları arasında tüm bu arazileri satın alan Emekli Sandığı mimar Kadri Eroğan’ın eseri olan Büyük Tarabya Otelini inşa etmiş.

Otel İnşaatı Sırasında Ayios Yergios Kilisesi Henüz Yıkılmamış.

20. Yüzyılın ortalarına kadar burası Rum köyüdür. 1950’li yıllardan sonra Türkler ve Ermeniler de yaşamaya başlamıştır.

Tarabya İskelesi…

İskeleler Şirket-i Hayriye’nin kuruluşu olan 1850’li yıllarda yapılmış. Ancak Tarabya iskelesinin 1800’lü yılların sonlarında yapıldığı bilgisini edinebildim.

1908’de henüz resmen açılmamış olan Tokatlıyan Oteli'nin altındaki iki dükkan kiralanır. Birinci ve İkinci Mevki yolcuları için Bekleme Salonu yapılır.

1911 yılında kıyıdaki iskele yıkılır ve yeni iskele inşa edilir.

İskelenin tüm alanı 202.80 m2 olup 132.20 m2 si yolculara ayrılmıştır. 47.88 m2 si ise büro olarak kullanılmaktadır. Yanaşma yeri uzunluğu 16.90 metre, su derinliği 4 metre, denizden yüksekliği 1.40 metredir. Tarabya, Galata Köprüsü’ne 9.65 Deniz Mili (17.87km) mesafede olup vapurlar bu mesafeyi 47 dakikada alırlar.

1960’lı yıllarda kara taşıtlarının artması, vapur yolcularınınsa azalması dolayısıyla  ahşap yapıda olan iskele kapatılmıştır. Boş bina Tarabya Oteli konuklarının plajı gibi kullanılmaya başlanır.

İskele Plaj Gibi Kullanılıyor.

1980’li yıllarda iskele yıkılır. Bugün onun bulunduğu yerde Tarabya İskelesi otobüs durağı bulunmaktadır.

Tarabya İskelesi Otobüs Durağı

2012 yılından beri Tarabya Koyu marina olarak kullanılmaktadır. Koyun Marmara denizi tarafında Tarabya Plajı bulunur. Plajın geçmişi yüzyılı aşar aslında ama ben 1950’li yıllardan beri bilirim.

Tarabya koyunu gezmek bana çok keyif vermiştir hep. Marina olmadan önceki doğal halini daha çok severdim tabii ki. Kara tarafına giren sokaklardaki esnafların sıcaklığı oradaki mahalleyi hissettirirdi. 1970’li yıllarda koydaki restoranların yolun karşısındaki deniz kıyısında da masaları vardı. Sakin ve keyifli yemek yenilirdi. 1980’lerde restoranların yerine tavernalar oluştu. Çok renkli bir dönemdi. Oralardan bir çok sanatçı da yetişti. Ama ben o tip mekanları pek sevmezdim. Hiç gitmedim.

Buna karşın uzun yıllar Tarabya Oteli’nin lobisini kullanmışımdır. Herkes pek bilmez. Lüks otellerin lobilerinde saat  15’te başlayan 18’e kadar devam eden ‘Beş Çayı’ programı olurdu. Çay ve yiyecekler ortalıkta dolaştırılan servis arabası ile ikram edilir, kahve ve meşrubat ise siparişle...  Bir de piyano ile klasik müzik tabii. Arada popüler parçalar da olurdu. Otelin önüne arabayı park edebiliyorsun. Giriş kattaki lobide otururken hem denizi hem boğazın karşı kıyısını hem de otelin önünden geçenleri izleyebiliyorsun. Ve de sandalyede değil rahat koltuk-kanepelerde oturuyorsun. Daha ne olsun? Evlenmeden önce eşimle. Evlendikten sonra eşim ve oğlumla.  Çoğu cumartesi günü giderdim buralara. Buralara diyorum. Çünkü İstanbul’daki tüm beş ve üzeri yıldızlı lüks otellerin lobilerinde olurdu bu program. Sanırım bugünkü Köy Kahvaltısı modasının temeli atılmış o yıllarda. Köy kahvaltısını hiç yemedim ve öyle mekanlara hiç gitmedim. Tıklım tıkış yerleri sevmem.

Eklemeden bitirmeyeyim. Bir de düğüne gitmişliğim vardır bu otelde. Eşimle evlenmemiştik daha. Müstakbel kayınpederimin düğünüydü. 

Sözün kısası… Tarabya hep güzel duygular bırakmıştır bende. Keşke iskelesi yıkılmamış ve çalışıyor durumda olsaydı.

ARİF ATILGAN EKİM 2025

https://atilganblog.blogspot.com/2025/10/tarabya-iskelesi-tarabya-istanbul.html

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/tarabya-i-skelesi

 


30 Eylül 2025 Salı

 Köşe Yazısı

YAŞLILAR

Yanlış bir başlık aslında ama ilgiyi çekmek için böyle yazdım. Yaşı büyük olup küçük olanlardan çok daha aktif olanlar vardır çünkü. Konumuza gelelim…

Yaz boyunca eşimle Yalova’da öğleye kadar denize girdik. Çıkınca da sahildeki ağaçların altında evden getirdiğimiz nevale ile kahvaltı yaptık. Kahavaltımızı bitirip termostaki çay ile keyif yapmaya başladığımız saatte hemen yakınımıza 5-10 kadın gelip oturuyordu. Yaşları 75-96 arasında. Bazısı başörtülü bazısı değil. Onlar da bizim gibi portatif sandalye sehpalarıyla geliyorlar. Hepsi son derece akıllı, kültürlü, bilgili kısacası ermiş mertebesinde hanımefendiler. Zamanla sohbetlerine katıldık, sohbetimize katıldılar ve özetle arkadaş olduk. Sohbetlerimizde anladım ki toplumumuzda yaş almış insanların iyi niyetle yaptığı önemli bir hata var. Onu vurgulamak istiyorum.

Sohbet Saati

Küçük tanıtımlar yapayım…

Birisinin kocası yeni rahmetli oldu. Yaşarken emlaklarını çocuklarına dağıtmış. Annelerine sahip çıkarlar diye herhalde. Hanımefendi kızının yanında oturuyor. Ama en azından psikolojik olarak rahat değil. Maaşı var ama düşük. Ya ‘Git’ derlerse…

Diğeri yıllar önce evlenmiş Çocukları olduktan sonra kocasının kötü alışkanlıklarından bıkmış. Daha doğrusu çocukları adına korkmuş. Boşanmış ve çocuklarıyla Almanya’ya gitmiş. Bir fabrikada çalışmış. Öyle ki çalışkanlığından dolayı ödüller almış. Sonuçta çocuklarını okutmuş ve halk tabiriyle adam etmiş. Herbirinin düzgün işleri, geliri ve yaşamı varmış artık. Kendisi de emekli olup Yalova’ya yerleşmiş. Hem Almanya’dan hem Türkiye’den emekli maaşı alıyormuş. Yani hepsinin durumu iyi. Ancak çocuklar devamlı ona misafir olarak geliyorlarmış. ‘Başımın üstünde yerleri var’ diyor hanımefendi. Ama hiç para harcamıyorlarmış. Yine önemsemiyor ama ağırına gittiği anlaşılıyor. Hadi onu kabul ediyor. Bütün ağırlama işlerini de kendisi yapıyormuş. Yemek-temizlik-hizmet vs anlamında. O da kabul. Bir de arada uçakla en lüks tatil yerlerine götürüyormuş. Uzatmayayım. Bu hanımefendi 96 yaşında ve yürüteç kullanıyor. Üstelik diğerlerinden duyduğuma göre asansörsüz bir binada oturuyormuş.

Bir başkası 1980’li yıllarda Yalova’ya binbaşı rütbeli kocasının tayini ile gelmiş. Sanırım jandarma olan kocası bir olayda şehit olmuş. Hanımefendi artık Yalovalıdır. Kızlarının birinin kocası da emekli orgeneralmiş. Asker bir aile yani. Diğer kızının kocası ölmüş. 60’lı yaşlardaki oğlu ise boşanmış ve annesiyle aynı evde oturuyor. Özbekistanlı bir hanım yardımcısı var. O da çok iyi. Ana-kız gibiler. Hanımefendi evini yanında yaşayan oğluna vermiş. Maaşı var ama evi yok. Belli etmiyor ama huzuru olduğunu sanmıyorum.

Bir diğeri belli ki zengin. İstanbul’da villada oturuyorlar. Hanımefendi Yalova’yı ve arkadaşlarını çok seviyor. Bir apartman dairesini kendine yazlık yapmış. Orada oturuyor. Kocası Yalova deprem bölgesi diye düşünüyor, gelmiyormuş. Bir oğlu Yalova’nın bir köyünde çiftlik yapmış. Orada bir köylü aile oturuyormuş ve her işe bakıyorlarmış. Arada bunlar da gidiyormuş. Kızları, torunu evlenmiş boşanmış vs. Onlar konumuz dışında. Allah bozmasın diyoruz da ‘yine de herşeyi çocukların üzerine vermeyin’ diye aklımızan geçiriyoruz. Şu anda mal ve mülkler kendi üzerlerinde de…

Fazla uzatıp baş ağrıtmayayım. Diğerlerinin de öyküleri üç aşağı beş yukarı aynı.

1980’li yıllarda inşaat yaparken aynı zamanda kalfam da olan ortağım anlatmıştı. Kartal’da tanıdığı bir karı-koca yanlarına oğlu ve ailesini de almış. Sonra da evi çocuğunun üzerine yapmış. Bir süre sonra oğlu ‘Siz daha ne kadar bizim yanımızda oturacaksınız?’ diye sormuş.

2010’lardı… Yalova’dan Pendik’e geliyorum. Vapurda karşımda oturan karı-kocaya istemeden kulak misafiri oluyorum. Berbat bir sohbet ama ne yazık ki gerçek. Kadın diyor ki ‘Evi benim üstüme yap. Sen ölünce çocuklar beni oturtmazlar’. Adam da ‘Ya sen önce ölürsen’ diyor.

O yıllarda bir tatil seyahatinde tanıştığımız bir hanım kocası ölünce kızlarının evi sattığını kendisinin yazlıkta oturduğunu, iyi ki orasının olduğunu anlatmıştı. Yani kız çocuk erkek çocuk fark etmiyor.

Örnekler bitmez. Ama bu bir sorundur. Hem de çok önemli bir sorundur.

Ey Yetkililer. Yasaları zamana uygun hale getirmelisiniz. Eskiden Büyük Aile tipi yaşam varken bu yasalar uygundu. Yani bir evde Dede-Babaanne veya Anneanne ile oturuluyordu. Gelin-damat, çocuklar, torunlar… Ama o yıllarda fiziken en zayıf olmasına rağmen en yaşlının sözü geçiyordu. Ona saygı ve sevgi vardı. Şimdi Çekirdek Aile var. Karı-Koca ve çocuk. Bazen çocuk ta yok. Anneanne-babaanne-dede yok. Yaşlılar kendi başlarına bırakıldılar. Yalnız yaşıyorlar.

Miras hukukunda değişiklikler yapılmalıdır. Günümüzün şartları dikkate alınmalı. Geriye kalan eş ölenin maaşının tamamını almalıdır. Ayrıca oturulan ev ona verilmelidir veya ömür boyu oturma-kullanma hakkı sağlanmalıdır. Yani intifa hakkı prosedüre gerek olmadan otomatik yürürlüğe girmelidir. Diğer yandan yaşlılar için huzurevleri çoğaltılmalıdır.

Yaş almışlara önerim. Malınıza mülkünüze sahip çıkın. Yetkililere önerim. Yaşlılara göre yasalar ve düzenlemeler yapın.

Biraz da içimi dökeyim... Bazı kadınlar çeşitli STK’larda kadınları koruduklarını söylüyorlar. Yukarıdaki örneklerden haberleri var mıdır acaba?  Mağdur durumda olanlar büyük çoğunlukla kadınlar halbuki. Ayrıca kadın-erkek ayrımını da çok basit buluyorum. Benim öznem İnsandır. Kadın-erkek-çocuk… Hepsi.

ARİF ATILGAN 2025 EYLÜL

 https://atilganblog.blogspot.com/2025/09/yazs-yaslilar-yanls-bir-baslk-aslnda.html

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/ya%C5%9Flilar