28 Mart 2025 Cuma

İskeleler

KADIKÖY İSKELESİ

Kadıköy İskelesi, denizden doldurularak elde edilen Kadıköy Meydanı’nın önemli binalarından biridir. 1926 yılında yapıldığı bilinir. Buna karşılık mimarı belli değildir. 1. Ulusal Mimarlık Dönemi örnekleri içinde sayılır ve tarzı için neo-klasik denir.

İskele yanaşma yerinin uzunluğu 35.6m, iskelenin denizden yüksekliği 1.4m, iskele önünün derinliği ise 3.8 metredir. İskele 370 m2’lik bir alanı kaplamaktadır.

 

İlk Yıllardaki İskelenin Denizden Görünüşü.

Alt katın planında 3 bölüm göze çarpar. Ortada Eminönü-Karaköy, yanda Adalar yolcu salonu vardır. Ayrıca Baş Memur, bilet gişesi ve memurlar için 5 oda bulunur. Salonun bir tarafında büfe, karşısında bilet gişesi yer alır. Gemiden inen yolcular binanın iki yanındaki revaklı çıkış tünellerinden dışarı çıkarlar. Üst katın planında ise, bir büyük iki küçük yolcu salonu, görevliler için 4 oda, iki yandaki revakların ve öndeki deniz cephesindeki ortadaki 3 kapılı revak üzerinde balkonlar bulunur. Balkonlar birbiri ile ilişkili değildir.

 

İçerden Bir Görüntü

Cephelerde çini, içerilerde kartonpiyer süslemeler görülür. Üst kata çıkan merdivenler kırmızı halıyla kaplı olup duvarlarına antika aplikler monte edilmiştir.

Deniz cephesinin alt katında,  ortada büyük salonun 3 kemerli kapısı, iki yanında kulelerin altındaki kapılar, onların iki yanında küçük salonların kemerli kapıları görünür. Üst katta, deniz tarafındaki balkon üzerinde 3 kemerli kapı arasında küçük pencereler, kulelerde alttaki kapıya uygun pencereler, küçük salonların kemerli geniş kapıları üzerinde üç küçük kemerli pencereler bulunur. Binanın yan cephelerinin üst katında iki yanda büyük kemerli kapılar, ortada üç küçük kemerli pencereler vardır.

Kara tarafındaki cephede de aynı unsurları görürüz. Sadece revak kapalı olup yanlardaki kapılar revakla aynı hizadadır.

İskelenin Karadan Görünüşü

Bina kırma çatılıdır. Deniz cephesindeki iki merdiven üzerinde soğan kubbeler bulunur. Soğan kubbe o yıllarda çoğunlukla yabancı mimarların kullandığı ve oryantalist dedikleri tarzdır. Bu sebepten mimarının yabancı veya oryantalist tarzı kullanan yerli mimarlardan olduğu düşünülebilinir. Oryantalist tarz için yabancıların bize bizim için yakıştırdıkları tarz denebilir.

1959 yılında ilk onarım yapılmış, soğan kubbeler kaldırılmıştır. O yıllarda, İskelenin içindeki gişeden karton bilet alınarak vapura binilirdi. Vapurda biletler kontrol edilir, inerken de herkesin bileti toplanırdı.

1960’ların başında üst kat Muharip Gaziler ve Emekli Subaylar Derneğine kiraya verilmiş. Ayrıca yolcu çoğalması sonucunda karton bilet yerine jetona dönülmüştü. Bunun için de iskelenin kara tarafına jetonlar için turnikeli gişelerin konduğu camekânlı bölüm eklenmişti.

İskelenin Eklentili Hali

1980’lerde üst kat TDİ Şehir Hatları İşletmesi Derneğine kiraya verilmiş.

1984-86 yıllarında ikinci onarım yapılmıştır.

1995’de restorasyon uygulanmış. 1990’ların sonunda üst kat İTÜ Denizcilik Fakültesi Mezunları Sosyal Yardım Vakfına kiralanmış.

2005 yılında tüm iskele, tersane, gemiler bir protokolle İBB ye devredilmiş.

Yukarıda yazılan müdahaleler sonucunda İskele binası, orijinal görüntüsünden uzaklaştırılmıştır.

2017 yılında İskele

Bazı tespitleri öne çıkarmak istiyorum. 1900’lü yılların başında Haydarpaşa’da soğan kubbeli bir iskele binası bulunmaktadır. Ancak bu bina 1915-1917 yılları arasında yıkılır ve yerine Mimar Vedat Tek’in binası inşa edilir. Aynı yıllarda Moda’ya da Vedat Tek tarafından tasarlanan iskele binası inşa edilir. Her iki bina, taraflı tarafsız herkes tarafından ‘yüzük taşı gibi’ benzetmesiyle beğenilmektedir.

1926 yılında Haydarpaşa–Moda arasında kalan Kadıköy’e neden Vedat Tek’in tasarımı olan bir iskele yapılmaz da sanki Haydarpaşa’nın rövanşı alınır gibi soğan kubbeli bir bina yapılır? İlk onarımda neden iki kubbe de ortadan kaldırılır? Bütün binaların mimarlarının bilindiği o yıllarda, kentin en belirgin noktasındaki en belirgin binasının mimarı nasıl bilinmez?

Kadıköy İskelesi’nin sırlarının ortaya çıkarılması gerekmektedir. Diğer yandan binadaki eklentiler ile çevresindeki yapılar temizlenmeli iskele orijinal haliyle algılanır hale getirilmelidir.

2022-2023 yıllarında bakım, onarım, yeniden işlevlendirme projesi hazırlanmış ve uygulama sonunda üst kat kafe-kütüphane haline sokulmuştur.

Yıllarca Karaköy’e yolcu taşıyan bu iskele bir süredir Beşiktaş ve Adalar’a yolcu taşımaktadır.

 2024 Yılında Kadıköy İskelesi

1962-1975 yılları arasında 3 yıl lise, 5 yıl üniversite, 3 yıl iş olmak üzere 11 yıl bu iskeleyi kullandım. Her akşam Kadıköy iskelesine ayak bastığımda köyüme döndüğümü hissettim. İskeleden çıktığımda çınar ağaçlarındaki sığırcık kuşlarının cıvıltısını karşılama töreni gibi düşündüm… Okuyanlara masal gibi geldiğini biliyorum. Ama öyleydi.

Esas konuyu atladım sanılmasın… Yazıdaki ilk üç fotoğraf iskelenin orijinal görüntüsüdür. Zaman içinde çeşitli değişiklikler yapılmıştır. Her değişik şekli yine de eski halini anımsatmaktaydı. Ancak son halinin ilk haliyle uzak yakın hiçbir ilgisi bulunmamaktadır. Lütfen ilk ve son fotoğrafı yan yana koyup bakın. Sanki ilk iskele yıkılıp başka bir iskele yapılmış. Olmaz!.....

Kadıköy İskelesi ciddi bir restorasyondan geçirilmelidir. Rölöve-Restitüsyon-Restorasyon Projeleri yapılarak...Hemen…

ARİF ATILGAN 2025 MART

 https://atilganblog.blogspot.com/2025/03/iskeleler-kadikoy-iskelesi-kadkoy.html

 

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/kadik%C3%B6y-i-skelesi

 

 

 

 

 

 

24 Mart 2025 Pazartesi

İstanbul İskeleleri

HAYDARPAŞA VAPUR İSKELESİ 

Haydarpaşa’ya Gar Binası yapıldıktan sonra buradan deniz yoluyla Avrupa Yakasına geçebilme ihtiyacı da doğmuş ve rıhtıma bir iskele binası inşa edilmiştir.

Denize bakan cephesindeki çini panolarda 1334 (1915) tarihinin yazmasından 1915- 1917 yılları arasında Seyr-i Sefain İdaresi adına inşa edildiği anlaşılan Neo Klasik tarzdaki bu şirin bina, Cumhuriyet Dönemi mimarlarımızdan Mimar Vedat Tek’in eseridir. Duvarlarındaki Kütahya Çinileri Kütahya’dan getirilmiş ve Kütahyalı Mehmet Emin Usta tarafından işlenmiştir. İskele Binasındaki Türk Üslubu oyma ahşap işleri ise Mekteb-i Sanayi-i Nefise-i Şahane’de (Güzel Sanatlar Akademisi-Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi) üretilmiştir. 

                                 Vapur İskelesi (Deniz Tarafından)

İskelenin yapımı ile birlikte şehir hatlarına 3 yeni vapur satın alınmıştı. Bunlar Halep, Bağdat, Basra vapurları idi. O yıllarda buharlı vapurlara arkadan uskur takılabilmesine rağmen bu üç vapur yandan çarklı ısmarlanmıştı. Zira kaptanlar yandan çarklı vapurların iskeleye yanaşma yeteneklerinin daha fazla olduğu kanısında idiler. İlk geldiklerinde beyaz boyalı olan bu üç vapur 1904 yılında Almanya’daki gemi tezgâhlarında inşa edilmişti. Bu vapurların önemli bir özelliği de normal yolcu salonlarından başka iki yanındaki çarklarının üzerlerinde localar bulunmasıydı. Altışar kişilik olan bu localar önemli kişilerin rahat ve ayrıcalıklı yolculuk yapabilmelerini sağlamakta idi.

Üç vapurdan Bağdat Vapuru dalgakıran içersindeyken kaza geçirerek batmış, ancak daha sonra çıkarılarak onarılmış ve 1940 yılına kadar görevine devam etmişti. Basra ve Halep Vapurları ise 1954 yılına kadar İstanbullulara hizmet etmişti.

İskeledeki Kütahya Çinileri ve Ahşap Oyma Süslemelerin bir kısmı son yıllarda sökülmüş, harap olmuştur.                                   

                                 Vapur İskelesi (Kara Tarafından)

Ancak Arkeolog Erkmen Senan’ın arşivine ait olan aşağıdaki fotoğraf Haydarpaşa’nın bilinen tarihine yeni bir sayfa ekleyecektir. Haydarpaşa Garı’nın inşaatı sırasında, yani 1906- 1908 yıllarında çekildiği belli olan fotoğrafta bugünkü İskele Binasından başka bir bina görünmektedir. Üzerindeki kubbe ve cephesindeki belirgin çizgiler bu binanın Vedat Tek’in İskele Binası olmadığını belli etmektedir. 

                                 Gar Binası’nın İnşası ve İlk İskele Binası

Haydarpaşa Garı’nın ilk fotoğrafları dikkatli incelenirse üzeri kubbeli bu iskele binası o fotoğraflarda da daha iyi seçilebilmektedir. Örneğin: Haydarpaşa isimli kitabımın kapak resminde iskeleye yanaşmış olan vapurun arkasında İskele Binasının kubbesi fark edilebilmektedir. Gar Binası’nın inşasından önce Liman Alanında inşa edilmiş olan Liman Tesislerinin o yılların tanınmış iki İtalyan Mimarı D’Aronco ve Vallaury’nin tarzlarından esinlenerek inşa edildikleri bilinmektedir. Oryantalist tarzları olan bu mimarların binalarında görülen en belirgin simge çatılarındaki kubbelerdir. Bu anlamda fotoğraftaki kubbeli bina da Limandaki Gümrük Binası, Liman Polisi Binası, Liman İdaresi, Pasaport Dairesi (Askeri Karakol) Binalarına benzemektedir. Ayrıca Gar Binası’nın inşaatı devam ederken İskele Binasının bitmiş hali, bu binanın Gar’dan önce faal olduğunu da belli etmektedir.

Belli ki bu bina Gar Binasından kısa bir süre önce inşa edilmiş ve en geç 1915 yılında bilinmeyen bir sebeple yıkılmıştır.

Benden sonra Haydarpaşa konusunda araştırma yapacak olanların bu bina ile ilgili daha detaylı bilgiler bulabileceklerine inanıyorum.

ARİF ATILGAN 

https://atilganblog.blogspot.com/2025/03/istanbul-iskeleleri-haydarpasa-vapur.html

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/haydarpa%C5%9Fa-vapur-i%CC%87skelesi%CC%87

 

 

 

 

 

 

 

 

 


19 Mart 2025 Çarşamba

Kent Hafızası

EMİRGAN İSKELESİ

Emirgan, Sarıyer ilçesine bağlı 8024 nüfuslu bir boğaziçi mahallesidir.  Bizans döneminde “servili orman” anlamında Kyparades adıyla bilinirmiş. 16. Yüzyılda Sokullu Mehmed Paşa’nın nişancılarından Feridun Beye verilmiş. Dolayısıyla ilk olarak Feridun Bey Bahçeleri olarak tanınmış.

4. Murad Revan Seferinde (1635) Revan Kalesi’ni teslim eden Kale Komutanı Emirgüneoğlu Tahmasp Kulu Han’ı affeder, İstanbul’a getirir ve ona bu bölgeyi bağışlar. Dolayısıyla bölge Mirgünoğlu Köyü, Mirgün ve sonunda Emirgan adıyla anılmış. Emirgüneoğlu burada Sahilsaray yaptırmış. Emirgan Camii 1781 yılında bu Sahilsaray’ın yerine yapılmış. Caminin esas adı Hamid-i Evvel Camiidir. 1844 yılında karşısına Muvakkithane yapılmış. Biraz yukarıda 1782 tarihli Hümaşah Kadın Çeşmesi veya Şehzade Mehmed Çeşmesi vardır.

19. Yüzyılda buraları Padişah Abdülaziz tarafından Mısır Hidivi İsmail Paşa’ya verilir. O, koru içine 3 köşk yaptırır. Sarı Köşk, Pembe Köşk ve Beyaz Köşk.  Günümüzde kafe ve restoran olarak hizmet veren bu 3 köşkün bulunduğu Emirgan Koruluğu 472000m2’dir. Koru, 1940 yılında İstanbul Belediye Başkanı ve Valisi olan Lütfü Kırdar tarafından kamulaştırılmış, 1943 yılında park olarak halka açılmış.

Kıyıdaki 1782 tarihli Şerifler Yalısı Mekke Şerifi’ne aitmiş. 1940’lı yıllarda sahildeki harem kısmı yıkılıyor. Önünden yol geçiyor. Bir süre Tarihi Kentler Birliği ve Çekül Vakfı kullanmış. 2007 yılından sonra yalının korunması amacıyla arkadaki Bendegan binasına taşınmışlar. Bugün Sabancı Köşkü olarak bilinen köşke gelirsek. Zamanında 2. Abdülhamid tarafından Karadağ Prensi Nikolo’ya armağan edilmiş ve 1913 yılına kadar Karadağ Sefarethanesi olarak kullanılmış. Bir de Baltalimanı tarafındaki bölgeye 1806-1807 yıllarında Kırklareli'nden kumaş boyamak için 40 kişilik Kafrariyofı ailesi getirilmiş. Onlardan dolayı çevreye Boyacıköy denmiş. Buradaki Boyacıköy Eczanesi 1875 tarihli olup İstanbul'un en eski eczanesi olarak bilinir.

İskeleye gelirsek…

1851 yılında ilk iskele Caminin önüne ahşap olarak inşa edilmiştir.

1897 yılında tamir edilirken kestane ağacı kullanılmış.

Emirgan İskelesi (1950). 

1900 yılında daha güneyde satın alınan arsaya 16/11m ebadında yeni iskele inşa edilir.

1989 yılında sahil yolu yapımı sırasında iskele yıkılır. Semt 12 yıl iskelesiz kalır.

2001 yılında beton kazık sistemiyle yeniden inşa edilmiş. 24 Kasım 2001 tarihinde hizmete başlar.

Galata Köprüsüne 6.90 Mil (11.10km) mesafededir. Şehir Hatları vapurları 35 dakikada giderler.

İskelenin alanı 188.76m2, yolcu bölümü alanı 121.95m2, büro alanı 44.37m2, vapur yanaşma yeri uzunluğu 15.60m, su derinliği 7.70m, denizden ortalama yüksekliği 1.20m’dir. 

Önceleri Mirgün İskelesi adıyla anılmış, 1933-34 yıllarında Uluköy İskelesi denmiş daha sonra Emirgan İskelesi olarak adı kesinleşmiş.

Yeni Emirgan İskelesi

Emirgan denince tabiiki ilk akla gelen Emirgan Korusu’dur. Beşiktaş’taki Yıldız Parkı ile birlikte yıllarca aşıkları barındırmışlar. Taksim’den veya Beşiktaş’tan belediye otobüsüne binerek Emirgan’a varırsınız. Beşiktaş’tan boğaz yolunu öneririm. Sevgililer yolda denizi seyrederler. Koruluğa girdiklerinde tesadüfen elleri birbirine dokunur ve de sonra birleşir…

Çınaraltı meydanında eskiden güzel bir çay bahçesi vardı. Tost, tatlı vs bulunurdu. Ama buradaki nefis çayla birlikte simit, sonra da kağıt helvası yenirdi genellikle. Simitçi ve kağıt helvacı deniz kıyısında seyyar satıcılardı. Hepsi çay bahçesinde satılmazdı. Yani esnafın birbirinin ekmeğinde gözü yoktu o zamanlar. Açılır-kapanır, iskeleti demir, oturulacak yeri ile sırt dayanacak yeri ahşap olan sandalyeler ile yine açılır-kapanır masaları vardı kahvehanenin. Beyaz önlüklü garsonlar hizmet ederdi gelenlere. Sonraki yıllarda kimine göre değişti kimine göre gelişti buralar. Plastik masa ve sandalyeler, camekanla kapalı mekan büyültmeler filan…

Çay Bahçesi

Ama ağırıma giden yabancı marka kahveler. Tarihine rest çekiliyor sanki oraların. Öğrendiğime göre tarihi Muvakkithane de kahveci yapılmış. 

Muvakkithane

Koruda dolaşılır. Çınaraltında oturulur. Dinlendikten sonra cami, muvakkithane, çeşmeler izlenip yukarı doğru sokaklar gezilir. Mahalle esnafından birşeyler alınır. Sahilden Sabancı Köşküne doğru yürünür. Deniz kıyısında bir bankta oturulur. Emirgan son duraktan otobüse binilip geri dönülür. Dünyanın en keyifli ve güzel güzergahında olduğunuzu unutmadan tabii. O yolun keyfi çıkarılmalıdır. Son not. Yolun keyfi belediye otobüsünde oturarak yapıldığındadır.

ARİF ATILGAN 2025 MART

Muvakkithane: Namaz vakitlerini dolayısıyla zamanı belirleyen yer.

Bendegan: Padişahın hizmetinde bulunanlar. Köleler.

https://atilganblog.blogspot.com/2025/03/kent-hafzas-emirgan-iskelesi-emirgan.html

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/emi-rgan-i-skelesi

14 Mart 2025 Cuma

 

Köşe Yazısı

KUŞDİLİ ÇAYIRI NE OLACAK?

Kuşdili Çayırı Kadıköy’ün tarihinde yer almış, kamuya ait Doğal Sit Alanıdır. Ancak kesinlikle Tarihi ve Arkeolojik Sit Alanı olarak ta tescil edilmelidir. Zira alanın hem yer üstünde tarihi kimliği hem de yer altında arkeolojik kimliği vardır.

                                                                                                          Kurbağalıdere Yanındaki Arkeolojik Alan

Kuşdili Çayırı’nın hikâyesini özetlersek...

1861 yılında 5. Murad şehzade iken bugünkü Marmara Üniversitesinin bulunduğu bölgede bir köşk yaptırmış. Tepeden Kurbağalıdere’ye bakan köşke o yıllarda ‘yalı gibi’ derlermiş. Zira Kurbağalıdere’nin taşmaları ile aşağıdaki derenin kenarındaki alanlar hep su içersinde kalırlarmış.

1900’lerde insanlar Kuşdili Çayırı’nda sosyalleşiyormuş. Geniş çayır-korulukta ve kenarlardaki birkaç kapalı mekânda… Bugüne sadece Kuşdili Sineması binası kalmış olup orası da İtfaiye olarak kullanılmaktadır… Diğer yandan kuşbazlar kuşlarına deredeki kurbağa seslerini dinleterek makara çekmeyi öğretirlermiş. Bu sebeple dereye de alana da Kuşdili adı verilmiş. Dere sonradan Kurbağalıdere olmuş.

1950’lerde artık eski etkinlikler olmasa da çayır ve koruluk alan yerindedir.  

 

Eski Yıllarda Alandaki Ağaçlar

1970’lerde alanın tamamı çayırlık ve koruluktur. Bu arada Yeldeğirmeni’nde Salı ve Cumartesi günleri kurulan pazar yeri Taşköprü Caddesi’ne alınır.

1980’lerde Taşköprü Caddesi üzerine köprü yapılınca Salı Pazarı Kuşdili Çayırı’na getirilir. Yeldeğirmeni’ndeki gibi Salı ve Cumartesi günleri kurulmaktadır.

 

1980’lerde Pazar Yeri

1990’lı yıllarda Cumartesi günü kurulan pazar yeri Cumaya alınır. Zira Cumartesi günü Fenerbahçe Stadı’nda maç oynanıyor, otopark ihtiyacı oluyordu.

Bu şekilde alan otopark olarak ta kullanılmaya başlanır. Ancak otopark ve pazar yeri buradaki ağaçların giderek yok edilmesine sebep olacaktır.

                         
                                                         O
toparkın İlk Halleri

2006 yılında İBB buraya yaptığı plan sebebiyle tapusunu üzerine alır. Yani bu tarihe kadar tüm alan kamuya aittir. İBB’ye ait değil. Ama kabul edilmeyen plan dolayısıyla tapuyu geriye iade etmez.

                                        Alanın Kamuya Ait Olduğunu Gösteren Belge

2008 yılında pazaryeri Fikirtepe’de D100 kenarına taşınır. Bu durumda alan tamamen otopark olarak değerlendirilir.

2013 yılında Kadıköy Belediyesi Kurbağalıdere Vadisi Fikir Projesi yarışması yapar. Gereksiz bir girişimdir ve etkisiz kalarak unutulur.

2017 yılında Çevre ve Şehircilik Bakanlığı alan ile ilgili bir Planı askıya çıkarır. Mimarlar Odası bu projeye İstanbul 12. İdare Mahkemesi’nde açtığı davayı kazanır... Buna karşın Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Dördüncü İdare Dava Dairesinde istinaf yoluna başvurur. Mahkeme onların lehine karar verir… Bunun üzerine Mimarlar Odası temyiz için Danıştay’a başvurur.

2018 yılında Çevre ve Şehircilik Bakanlığı yeni bir Planı askıya çıkarır.

31 Mart 2019 tarihinde belediye seçimleri yapılır ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı el değiştirerek AKP’den CHP’ye geçer... Hepimiz sevindik artık Kuşdili Çayırı ilk halini alacaktır diye. Zira etkinliklerimizde onlardan destek görüyorduk.

Ancak bir şey değişmedi. İBB tarafından otopark geliri alınmaya devam edildi.

2022 yılında İBB proje hazırlamış. Broşürdeki Plan Notlarından, uyulan Planın önceki İBB Yönetimi zamanında bizlerin karşı çıktığı Plan olduğu belli oluyor.  Alan yine otopark olarak değerlendirmiş. Sadece bodrumlar yapılmamış. Otoparkın çevresinde 20-25 dönümlük bir park düşünülmüş. Süs gibi… Bu park zaten çevrelediği otoparkın egzoz gazı dolayısıyla yaşayamayacaktır. Dolayısıyla sonunda orası da otopark yapılacaktır. Ayrıca Alan orijinal halinden uzaklaştırılınca ileride yer altına otopark dâhil her çeşit uygulama yapılabilecektir.

Proje İstanbul 5 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kuruluna gönderilmişti. Koruma Kurulu bu planı kabul etti mi bilmiyorum. Zira kabul ederse 1990’lı yıllardan beri Alanın otopark olarak nasıl kullanıldığı açıklanamayacaktır.

 

                                              2022 Yılında Park İçinde Otopark Planı

Kadıköy Belediyesi bu konuda yaptığımız etkinliğe katılmamıştı. Yeni projeyi desteklediği belli oluyordu. Diyoruz ki ‘Halkı halktan başkası düşünmüyor’.

Çevredeki mahallelere bakalım. Caferağa, Rasimpaşa, Acıbadem, Hasanpaşa, Osmanağa, Zühtüpaşa... Hiçbirinde doğru düzgün park yoktur. Her mahalleye birer Kuşdili Çayırı gerekirken tarihi kimliği de bulunan bu alan yok edilmemelidir. Lütfen…

Geçtiğimiz günlerde Mimarlar Odası’nın 2017 yılında Danıştay’a yaptığı temyiz başvurusuna cevap gelmiş.  Karar onların lehine çıkmış. Yani yer altına otopark ve itfaiyenin bulunduğu alana 5 katlı bina yapılabilecekmiş. Detaya girmek istemiyorum.

Tartışmaktan da anlatmaktan da bıktık. Buradan siyasete sesleniyorum. Hepsine… ‘Bırakalım mahkemeyi, kararı, itirazı… Gelin hep beraber Kuşdili Çayırı’nı tarihteki haliyle canlandıralım ve hep birlikte tarihe geçelim. Lütfen.’

ARİF ATILGAN 2025 MART

 https://atilganblog.blogspot.com/2025/03/kose-yazs-kusdili-cayiri-ne-olacak.html

 

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/ku%C5%9Fdi%CC%87li%CC%87-%C3%A7ayiri-ne-olacak

 

Not: 2000-2010 yılları arasında tüm belgelerde 45 dönüm gözüken alan daha sonra 40 dönüme indi. Cadde tarafındaki bölüm özel mülkiyet denilerek Kuşdili Çayırından çıkarıldı. Bunu da araştıran olursa sevinirim.

 

 

 

 

 

 

 

6 Mart 2025 Perşembe

 Köşe Yazısı

FAL, MEDYUM VE ASTROLOJİ

Sanırım ilk insanlardan beri fal vardır. Aslında masum hobiler olarak kabul edilebilecek davranışlar abartıldığı zaman zararlı olmaktadır. Kadınların fal merakının daha çok olduğunu da söylemek durumundayım.

1950’li 1960’lı yıllarda bir hanım komşumuz her sabah gazete alıp vapurda sadece falını okuduğunu anlatırdı.

1970’li yıllarda Küçükbakkalköy tarafında bir falcıya evlenmek isteyen hanımların gittiklerini duyardım.

1972 yılında Diyarbakır’da yedek subaydım. Orada Emine Bacı isminde ünlü bir falcı vardı. Birkaç arkadaş ona gideceklerini söylemişlerdi. Ben de katıldım. Emine Bacı hepsinin fallarına baktı. Sıra bana geldi. Bir tas suyun içine küçük bir çakıl taşı attı. Suya bakıp anlatmaya başladı… Uzatmayayım. Dediklerinin hiç biri olmadı.

Fal eğlencelik bir olaydı. Abartı yoktu. Zararsızdı. Kahve falı, bakla falı, fasulye falı, tarot falı, iskambil falı, el falı, papatya falı aklıma gelenler…

Kahve Falı

Bu arada evlerde televizyon kullanılmaya başlandı.

1990’lı yıllarda TV’lerde medyumlar gözükmeye başladı. Gelecekten havadisler veriyorlardı. Ancak bir yayın sırasında iki medyumun kavga etmesi onların sonunu getirmişti.

Uzun süre ortam sakin seyretti.

2010’lu yıllarda astrologlar ortaya çıktı. Astroloji isimli bir sistem çıkarılmıştı. Bu sisteme göre gelecekten haberler öğreniliyordu. Astrologlar önceki falcıların aksine çoğunlukla gayet şık hanımlar. Neredeyse her kanalda varlar. Hafta başında bütün burçlar için o hafta içinde olacakları anlatıyorlar.

Diğer yandan astrologlar eski tip falcılar gibi de değil. Yurt içi ve yurt dışı haberleri takip ediyorlar. Şu anda pek yapılmıyor ama pekala siyasette insanları yönlendirebilirler. Örneğin seçimlerde ‘şu parti kazanacak bu parti kaybedecek’ diyebilirler.

Doğrusu bu konular beni pek ilgilendirmiyordu. Ancak tanıdığım çok iyi eğitim almış 40’lı yaşlarda bir kadının her hafta başında falcıya gittiğini duyunca konuyla ilgilendim. Belli ki bu iş dallanıp budaklanmış. TV’deki programlar ‘ister inan ister inanma’ modunda masum olabilirler. Ama farkında olmadan bu konunun tanıtımı olmuşlar. Onların bilgisi dışında bir piyasa oluşmuş.

İnsan falı kendine uydurur. Bunda pek zarar yoktur. Ama devamlı fal baktırırsa kendini fala uydurur. İşte bu zararlıdır. Giderek ipnotize olmuş gibi fala göre yaşamaya başlar. Bu iyi bir şey değildir.

Devamlı aynı falcıya gidildiğinde farkında olmadan ona kendinizle ilgili bilgi de verebilirsiniz. Daha sonra o bilgilerle size her şeyi biliyormuş duygusu verilebilir. İnancınız daha da artar.

Haddim değil. Detayına girmeyeceğim. Ama falcıların akademi kurmak istediğini öğrendiğimde böyle bir yazı yazmam gerektiğini düşündüm. Akademi yüksek okul demektir bildiğim kadarıyla… 

Bilim, aynı deneyin her defasında aynı sonucu vermesi demektir. Örneğin su her yerde her zaman sıfır derecede donar, 100 derecede buharlaşır. Wikipedi diyor ki: Astroloji gökyüzündeki cisimlerin insanları etkilediği inancıdır. Yani bilim değildir. Sözdebilimdir. Her defasında aynı doğruyu vermez.

1950-1960 yıllarında Kuşdili Çayırında Bayram Yeri kurulurdu. Oradaki bir çadırda Şahmeran adıyla başı kadın vücudu yılan olan bir yaratık sergilenirdi. Masa üzerindeki kalın bir yapay yılan vücudunun önüne oturan kadının her tarafı gizlenmiş, sadece başı yılanın başı gibi gösterilmişti. Yanından geçerken gelecekle ilgili soru sorabiliyordunuz. Ben o yıl sınıfımı geçip geçemeyeceğimi sormuştum. ‘Çalışırsan geçersin’ demişti… Tanıdığım en gerçekçi falcı odur.  O da şahmeranın sahtesiydi. Hem fal hem falcı gerçek olamıyordu belki de. Ne diyeyim…

ARİF ATILGAN 2025 MART

https://atilganblog.blogspot.com/2025/03/yazs-fal-medyum-ve-astroloji-sanrm-ilk.html

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/fal-medyum-ve-astroloji%CC%87

-Not: Büyü, dokunarak iyileştirme, üfürük,  muska vs bu konunun aklıma gelen çeşitleri. Konuyu dağıtmamak için hepsine girmedim.

-Yazıda değinmediğim Cadılar ise ortaçağ Avrupa'sındaki bilgili, bilge kadınlardır. Bu insanlar yönetimlerin işine gelmediği için Cadı Avı yapmışlar.

23 Şubat 2025 Pazar

 İstanbul İskeleleri

ÇENGELKÖY İSKELESİ

Çengelköy, Üsküdar ilçesine bağlı 13500 nüfuslu bir mahalledir. Beylerbeyi ile Vaniköy arasındadır. Fatih Sultan Mehmet İstanbul’un fethi için çevrede hazırlıklar yaparken burada gemi çengelleri (çıpaları) yapıldığı görülmüş. Dolayısıyla önce Gemi Çengeli, daha sonra Çengelköy adıyla anılmış.

Bizans döneminde dini merkez, Osmanlı döneminde sayfiye ve av merkezi olarak kullanılmış. Uzun süre gayrimüslimler yaşamış. 19. Yüzyılın ortalarında Şirket-i Hayriye vapurları çalışmaya başladıktan sonra Müslüman kesimin de burada yaşadığı görülür.

Yolun üst tarafındaki Aya Yorgi Kilisesi ile Kerime Hatun Camii 17. Yüzyılda yapılmış.  Yolun alt tarafında ise Karakol ve önündeki çeşmeler, bin yıllık olduğu tahmin edilen Çınar ağacı, Hamdullah Paşa Camii bulunmaktadır. Vaniköy tarafınadoğru gidildiğinde 1720 tarihli Kaymak Mustafa Paşa Camii, çeşmesi ve bahçesi vardır. Daha sonra da 1843 yılında yapılan Kuleli Askeri Lisesi olarak bildiğimiz Kuleli Kışla bulunur.  

Çengelköy İskelesine gelirsek…

1851 yılında eski kayık iskelesinin yerine ahşap olarak inşa edilir.

1894 yılında iskele binasının bulunduğu arsa atın alınır. İskele denize iki sıra kazık çakılarak uzatılır.

1910 yılında bu bina yıkılır. Yerine Kirkor Usta tarafından yeni bir bina yapılır.

                                                         Çengelköy İskelesi.

Çengelköy İskelesinin tüm alanı 260.40 m2’dir. Açık alan 125.64 m2, kapalı alan 109 m2’dir. İskelenin yanaşma yeri uzunluğu 14.70 metre, su derinliği 6.90 metre, denizden yüksekliği ise 1.20 metredir. Galata Köprüsü'nden uzaklığı 4.02 mil (6.46 kilometre) olup vapurla bu mesafe 22 dakikada alınır.                         

İskeleye caddeden dar bir yol ile gidiliyor. Bu yol üzerinde Şirket-i Hayriye’nin malı olan arsaya yedi dükkan inşa edilir.

                                                               İskele Yolu. 

Diğerlerinden değişik inşa edilen binanın projesini bulamadım. 

İskelenin Girişi.

Çevreye bakarsak...

İskele Meydanındaki yaklaşık 200 yıllık dev Çınar Ağacı 2017 yılında fırtına dolayısıyla devrilmişti. Ağaç bugün dev halinden uzak ama o halini anımsatan şekilde yaşamaktadır. Meydanın sol tarafındaki Tüfekçi Alaattin Bey Yalısı restoran olmuştu. 1970’li yıllarda zaman zaman gittiğim yerlerdendir. Kıyının küçük bir koy şeklinde olması dolayısıyla burada oturduğunuzda karşınızda boğazın karşı kıyısını değil 1. Boğaz Köprüsü’nü görürsünüz. Bir de meydana caddeden girildiğinde anımsadığım kadarıyla ortada Necati’nin Yeri isimli küçük bir mekan vardı. Şimdi var mı bilmiyorum ama daha hesaplıydı o yıllar. Hatta bir keresinde Bostancı açıklarında tuttuğumuz balıkları vermiş, karşılığında bedava yemiş ve de içmiştik.

Gelelim 1000 yıllık çınar ağacı ile Karakol ve Camii’nin bulunduğu meydana… Buraya da dar bir aralıktan girilir. Eskiden Pazar İskelesi varmış. Zerzevat buradan başka yerlere gönderilirmiş. Çınar ağacı deniz tarafındadır ama dalları yukarı doğru olduğu kadar yatay olarak kara tarafına doğru da uzamıştır. Dal dediğime bakmayın. Kalın bir ağaç ebadındadır yatay dallar. Özellikle kara tarafına uzanan dal... Zaten hepsinin altında destekler vardır.

Çengelköy’ün badem adıyla bilinen salatalıkları küçüktür, lezzetlidir, ünlüdür.

1990’lı yıllarda  mahalle hayatını işleyen Süper Baba isimli TV dizisi vardı. Süper Baba olan Fiko (Fikret) ile arkadaşı Nihat’ın yaşadıkları işlenirdi genellikle bu dizide. Sık sık Nihat’ın kahvehanesinde geçerdi öyküleri. O kahve bu meydanın deniz kıyısındadır. İşin güzel tarafı normal yaşamda da bildiğimiz sakin bir semt kahvehanesiydi burası. Günümüzde kafe olmuş. Üstelik meydanı da kaplamış. İçi de dışı da tıklım tıklım… Unutamadığım bir sahneyi aktarayım… Fiko’nun Deniz isminde bir sevgilisi olmuştur. Deniz, evlenip başka yere taşınmak istemektedir. Fiko buna rıza göstermez. Deniz ‘Buradan ayrılamazsın değil mi?’ diyerek sitem eder... Mahallede büyümüş mahalleliler böyledir. Ayrılamazlar doğup büyüdükleri sokaklardan. Ayrılanlar ise sık sık giderler oralara. Tanıdık kimse kalmasa da... Uzun süre gelmediklerinde bilin ki göçmüşlerdir bu dünyadan.

Çengelköy İskelesi derken Çengelköy anılarım depreşti... Boğazın sevdiğim noktalarındandır. Mahalleyi, esnafı, komşuyu bugün bile hissedebileceğiniz bir yerdir.

ARİF ATILGAN 2025 ŞUBAT

Not: Süper Baba dizisinde bahsettiğim kişileri oynayanlar:

Fiko (Fikret): Şevket Altuğ

Nihat: Sümer Tilmaç (D:1948-Ö:2015)

Deniz: Şevval Sam

https://atilganblog.blogspot.com/2025/02/iskeleleri-cengelkoy-iskelesi-cengelkoy.html

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/%C3%A7engelk%C3%B6y-i%CC%87skelesi%CC%87

 

9 Şubat 2025 Pazar

 Köşe Yazısı

DERTLEŞME SOHBETLERİ

Küçük bir çocukkenki halimizi anımsayalım. Sıkıntımızı bir arkadaşımızla paylaşırdık. O yılların boş sokaklarında bir kapının merdiven basamaklarına oturur konuşurduk. Okullarda okumaya başlayıp büyüdükçe daha değişik sohbetlerimiz oluştu yaşıtlarımızla. Ama yine iki kişi bir yerde oturarak veya sokakta yürüyerek anlatırdık sorun kabul ettiğimiz şeyleri. Delikanlı ve sonrası yaşlarda daha değişik ortamlarda olduk bu anlamda… Kahvehanenin bir köşesinde çaylarımızı içerek… Sokağın köşesinde ayakta konuşarak… Parktaki bankta… Çayırda ağaç altında… Daha sonraları meyhanede iki yudum alkol alırken yaptığımız derin sohbetlerde… Ertesi gün hiçbirini anımsamayacağımızı bildiğimiz halde… Veya yürüyerek… Kafa dengi arkadaşımla Kadıköy-Mühürdar-Moda-Bahariye-Kadıköy turunu birkaç defa tekrarladığımızı bilirim dertleşirken.  Sınıfta ders sırasında arkadaşımızla konuştuğumuz için öğretmen tarafından azarlanırmışızdır. Emin olun konu çoğunlukla bir sıkıntının paylaşılmasıdır.

Kadınlara gelirsek… Anaokulu seviyesinde başladıklarını torunumdan biliyorum. Erkekler itişirken onlar konuşurlarmış. Sonraki yaşlarda kendi aralarında dertleşirler. Kızlar kahvehane, meyhaneye gitmezlerdi. Kendi ortamlarını yaratırlardı. Kadınlar ise misafirlikte, kapı önü sohbetlerinde…

Özetle bizim nesil konuşurdu birbiriyle. Kendi anlatır arkadaşı dinler… Arkadaşı anlatır kendi dinler... Sonuçta sıkıntımızı atardık içimizden. Birbirimize derman olacak şeyleri de önerirdik ama işin o tarafı çok ta önemli değildir. Önemli olan içimizdekini anlatarak, ferahlamamızdır.

Yani bizler anlatmasını da bilirdik dinlemesini de … Anlattık… Dinledik… Çünkü dostluklarımız vardı. Anlatmak ve dinlemek için dost gerek insana. Şükür ki bizim de boldu dostlarımız. 

Bugünkülere bakıyorum… Örneğin bir restoranda 5-10 kişi ailecek oturmuş. Masanın ucunda küçük bir çocuk. Eline telefon verilmiş, onu izleyerek büyüklerin sorumluluğunun dışına çıkarılmış. Çocuk çorbasını masaya da üzerine de döke saça içiyor. Abartmıyorum. O kadar yetişkinden kimse ona bakmıyor ve durumunu görmüyor. Sanmayın ki büyükler sohbet ediyor. Telefonlarına bakıyorlar. Arada orada gördüklerini diğerlerine söylemek için iki laf ediyorlar… Bir sürü kafe açılıyor. Sanmayın ki oralarda derin sohbetler oluyor. Oturuyorlar ve telefonlarına bakıp oradan bir konu için iki laf edip tekrar bakmaya devam ediyorlar. Yolda yürürken bile telefonlarına bakıyorlar. Veya parkta koşarken kulaklıktan müzik dinliyorlar.  “Yahu rüzgarı, kuşları filan dinlesene” diyorsunuz içinizden... Üstelik artık kadın-erkek aynı…Farklı yerlerde farklı şeyler yapılmıyor yani.

Görünürde kimsenin vakti yok birbiriyle sohbet etmeye. “İçlerindeki birikmiş dertler patlatır bunları bir gün” diyorsunuz içinizden. Sıkıntılar boşalmalı… Boşaltılmalı halbuki. Ama dert anlatmak için dost gerekli.

İşin sırrını çözüyorum sonunda. Kimsenin sır anlatacağı dostu yok. Pekiyi ne yapılıyor? Psikologlara gidiliyor. Tuhaf karşılıyorum. Hatta “yazık bu insanlara” filan diyorum ama iyi ki psikologlar var diye düşünüyorum sonra da. Onlar da olmasa ne olacak bu insanların hali?

Tuhaf bir dönem yaşıyoruz. İnsanlar doğallığından uzaklaşıyor. En basit şeyler için doktora gidiliyor. Reçeteler yazılıyor. Haplar yutuluyor. Rahatlık hissediliyor. “Oh” deniyor. Sonra… Periyod tekrarlanıyor. Doktorlar haklı. Gereğini yapıyorlar. Bence insanlarda yanlışlık var. Hep mutluluk istiyorlar çünkü.

Bakıyorum. Herkes meşgul. Ne işleri var diye merak ettiğinizde görüyorsunuz ki eften püften şeyler. İş değil yani.

Sevgili dostlar… Doğallığınıza dönün. Üzülün, sevinin, konuşun, bağırın. Doğal olun. Tabiiki telefonu da kullanın. Ama onun kulu olmayın. Lütfen… 

ARİF ATILGAN 2025 ŞUBAT

https://atilganblog.blogspot.com/2025/02/yazs-dertlesme-sohbetleri-kucuk-bir.html

https://arifatilgan.wixsite.com/arifatilgan/single-post/dertle%C5%9Fme-sohbetleri