23 Nisan 2016 Cumartesi

İSTANBULDA BİR KENTLEŞME ÖYKÜSÜ
Arif Atılgan

Ortaokul eğitimimi yaptığım şimdiki Kemal Atatürk Lisesinde öğrencilere tarihteki Kadıköy’ün Sinemalarını anlatmıştım. Hocaları tarafından sunum sonrasında bana bir kitap hediye edildi. Usta bir yazarımızın yazdığı kalın kitabı kısa sürede okudum.

Yazar 1960 lı yıllardan 2010 lu yıllara kadar İstanbul’daki kentleşmeyi gecekondu mahallelerindeki yaşamla anlatmış. İstanbul’a gelmeler, mülkleri olmayan arazilerde arsa çevirip gecekondu yapmalar, seyyar satıcılık, bazılarının inşaat başta olmak üzere başka dallara atlamaları, kentlilere göre zor ama onlara göre köylerindekinden konforlu bir yaşam. Gecekondu mahallelerinin sağ sol çatışmalarına alet olmaları, bin bir zorlukla yaşadıkları yaşamda bazılarının ölmesi...

Sonunda hepsine Kentsel Dönüşüm piyangosu vuruyor. Tapulu, tahsis belgeli, muhtar kâğıtlı gecekondu arsalarına yüksek katlı binalar yapılıyor. Bir anda lüks konutlarda oturuyorlar, bir zamanlar kendileri temizlikçilik yaparken kapıcıları, temizlikçileri oluyor. Ancak ilginç olan, yaşamlarını ekonomik anlamda olumlu değiştirecek yapılaşma için gecekonduları yıkılırken hemen hepsinin ağlamaları, üzülmeleri oluyor. O evleri nasıl yaptıklarını, oralarda yaşadıklarını, köylerinden oraya getirdikleri kendilerine özel Köylü-Kentli yaşam şeklini anımsıyorlar çünkü.

    Solda Dönüşmüş Yerleşim, Sağda Dönüşmemiş Yerleşim. Sağdaki Daha İnsani Değil mi?

Yazarın eksik bıraktığı bir noktayı ben tamamlamak istiyorum. Oralarda yaşayanların büyük kısmı, yapılan lüks binalarda yaşayamayacaklarını görmüş, yeni mülklerini satmış ve yaşam alanlarını terk etmişlerdi.

Yazar konuyu köyden kente gelenlerin tarafından ustalıkla anlatmış. O yıllarda kentte yaşayanların tarafından bakıldığında ise onların asla arsa çevirmedikleri görülür. Kenttekiler öteden beri ücretli çalışarak yaşamışlardı. Ticaret ile uğraşanlar da kentin geleneksel iş alanlarında bulunmuşlardı. Yani yasal yaşamışlardı. Dolayısıyla onların kent rantından diğerleri gibi pay almaları olanak dışıdır.

Yasalar çoğunlukla yasal yaşamayanların çıkarları için düzenlenmiştir. Bu konuda da öyle. Çünkü: Kırdan kente göç sanayicilere ucuz emek sağlamak için planlı olarak yaptırılmıştır. Bu da gösteriyor ki Ülkede yasadışı yaşananlar aslında tesadüf değildir. 

Bugün ise yeni projelerin uygulandığı kentte tam bir karmaşa vardır. Eski kentlilerin yaşadığı kent merkezleri hızla ticarileştiriliyor, sahiplerinin yaşayamayacağı alanlar haline sokuluyor. Varoş denilen eski gecekondu semtleri de öyle. Sonuçta 30-40 yıl öncesine kadar İstanbul’da yaşayanlar giderek yerlerini yurtlarını terk etmek zorunda kalıyorlar. Kentin içi ticaret-eğlence fonksiyonuna bürünüyor. Bu ‘Değişim Acı Şurubu’ oralarda eskiden beri yaşayanlara, içine katılan ‘Evleriniz Değerleniyor Şekeri’ ile tatlandırılarak içiriliyor. Kentin yüzlerce yıla uzanan hafızası 3-4 yılda yerle bir ediliyor.

                                Sağdaki Yerleşimdekiler Soldaki Binalarda Yaşayacaklar.

Kırdan kente göç 1950 li yıllarda başlamış 1990 lı yıllara kadar neredeyse 50 yıl devam etmiş. Günümüzde yaşanan değişimler ise dönüşüm ve canlandırma projeleriyle 3-5 yılda gerçekleşiyor. Sanki kent yangından mal kaçırılıyormuş gibi yerli ve yabancı yatırımcılara pazarlanıyor. Bu pazarlama içinse kentte yaşayanlar alelacele adeta kent dışına kovalanıyor.

                                            Sakin Bir Eski Semtin Ticarileşmesi.

Varoşların yeni yapılan sitelerden, kent merkezindeki yerleşimlerin de canlandırılmış olanlardan daha insani olduğu görülmektedir. Deprem bahane edilerek kentin kimliği değiştirilmektedir.

İyi pazarlanan İstanbul’a talep çok fazladır. Bu sebepten de İstanbul İstanbullulardan koparılarak alınmaktadır. Artık Yeni İstanbul adıyla anılması gereken bir kent haline gelmektedir tarihi kentimiz. Yeni İstanbul’da mahalle, sokak, ev, aile kavramlarının düşünülmediği belli olmaktadır. Sıranın diğer kentlere de geleceği bellidir.

Yakın gelecekte insanlar yıllarca yaşadıkları yerlere geldiklerinde onları oralarda kimse tanımayacak. Onlar da oraları hiç tanıyamayacaklar. Hâlbuki Kent Hafızası toplumların köküdür. Kökü olmayan bitkiler vazolarda belli bir süre yaşayabilirler. Toplumumuz da bu hale sokulmak isteniyor herhalde.
ARİF ATILGAN NİSAN 2016

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder